Onlara da "gazeteci" deniyor...
Ancak, yalnızca bir sıfat olarak, "tırnak içinde yazılıyor! Bırakın ilkelerini, ahlaksal temellerini, yurduna karşı, yurttaşına, kendisine, çocuklarına, gerçeğe karşı olan sorumluluk ve ödevlerini, gazeteciliğin ne olduğun dan bile haberleri yok! Onlar için gazetecilik, gücün ardında saf tutmak, verilen emirleri harfiyen uygulamak, kalemini, mikrofonu, ekranı tapındıkları gücün iktidarını pekiştirmek, en açık yalanları, en büyük gerçeklermiş gibi sunmak, kısacası üzerinde eğreti dura mesleğini bir mirasyedi gibi harcamaktan ibaret...
Bunlar, tarihin her evresin de var oldular; ilk gazetenin var olmasından bu yana egemenlerin koltuğunun altında serpildiler, sofrasında siftindiler, bunun karşılığın- da kalemlerini tereddütsüz, sınırsız ve en aşağılık biçim- de o egemenlerin emrine sundular...
Bunun karşılığında paraya mala, mülke boğuldular... Hakkında "biat etmekten başka hiçbir şey bilmedikleri yayın organlarının en önem makamlarına seçildiler...
As olamadılar ama "kosaygin kulan" oldular; saygınlığı parayla pulla satın alabileceklerini sandılar... Kendilerinden güçlü olanların önünde iki büklüm, gerektiğinde yalvaran, kapısına yüz süre Ariz olanın, güçsüz olanın, yalnızca işini yapma- aya çalışanın önünde ise aslan 'oldular, yırtıcı zalim oldular! Yetmedi; bir türlü baş edemedikleri, ipliğini pazara çıkaranların karşısına çıkamadılar, bunun yerine ihbarcı oldular, olmadık yalanlarla, iftiralarla "yok edici" olmaya soyundular....
Her devrin adamı olmayı da başardılar... Yanında oldukları güç zayıflamaya, zirveden uzaklaşmaya başladığı 1 an, gemiyi terketmeye, karşı saflarda yer almaya başladılar; kalemlerini, mikrofonlarını "yeni gücün❞ emrine vermekte bir an bile tereddüt etmediler! Ta ki bir başka güç belirene, "yanaştıkları güç" kan kaybetmeye başla- yana dek; yeni yanaşacakları güç için bilenmiş kalemler, sesi gür mikrofonlar zaten hazırdı!
En çok bilinen ve kullanılan sıfatları "yandaş", "yanaşma", "tetikçi" olarak öne çıktı her devirde... Asla gazeteci olamadılar ama yukarıdaki sıfatları karşılayacak ana tanımlamayı gerçekten hak ettiler:
-Paydaş!..
Ancak bir şeyi hiç hesap edemediler; tarih babanın defterinde yazılanları okuma zahmetine girmediler... Oku- salardı, anlayacaklardı:
-Her tetikçinin, yanaşmanın, paydaşın sonu, kullanma süresi gittiğin- de tarihin çöplüğüne gönderilmektir!..
Gazeteciliği anasının ak sütü gibi hak edenler!
Bir de gazeteciler var tabi...
Bu mesleği "anasının ak sütü gibi hak etmiş, Uğur Mumcu soyundan gelen, hiçbir ahval ve şerait altında dahi başını öne eğmemiş, dik durmuş, haberin namusunu asla yere düşürmemiş gazetecilerden söz ediyorum elbette...
Gazetecilik, dışardan bakıldığında "albenisi" fazla, parıltılı bir meslektir; öyle ya, sıradan bir yurttaşın hayal bile edemeyeceği siyasetçiler- le, işadamlarıyla, sanatçılarla görüşebilir, haberler yapar, bu zevatlar boy boy fotoğrafları çıkar, televizyonlarda tartışma programlarında boy gösterir... Bu, madalyonun bir yüzüdür!
Madalyonun diğer yüzü "Bıçağın keskin sırtıdır!" Orada, siyaseti kirletenler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, ihanetler, döneklikler, iftiralar
cirit atmaktadır... İşte tam da bu noktada bu mesleği seçenlerin yalnızca iki seçeceği vardır:
-Gazeteci mi olacak yoksa paydaş mı?!.
Birinci yol, son derece zahmetli, bir o kadar zor ve tehlikelidir... Bu yolu seçmek için yüksek ahlak, mangal gibi bir yürek ve bir o kadar da büyük vicdan gerekir!.. Her türden baskıya, tehdide, kumpasa, iftiraya hatta tutsaklığa bile hazır olmak zorundadır bu yolu seçen gazeteci! Diğer yolu seçenleri yukarıda anlattım zaten; kolaydır, parası pulu çoktur, zamanı geldiğinde buharlaşıp yok olur!.. "Peki, gazeteci bunca eziyet, tehdit, zindan karşılığında ne kazanır?" diye bir soru gelebilir aklınıza:
-İnsan içine çıkabilme, yüzüne tükürülmeme, bol sevgi ve saygınlık, o kadar!..
Hepinize iyi hafta sonları sevgili DENGE okurları…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.