Dört günlük kurban bayramını geride bıraktık. Öncelikle belirtmeliyim ki bizim ailede kurban kesen yok. Biz kurban parasını LÖSEV’e gönderiyoruz.
Uzun yıllardır gözlemliyorum, İslam dininin farz olan koşullarını pek yerine getirmeseler de kurban mevzu bahis olunca zengin de fakir de birbirleriyle yarışıyor, kurban farz olmadığı halde...
İslamın ilk emri olan “Oku” tarafımızdan ne kadar uygulanıyor. Okusak bilirdik. İslam yüce, iktidara, makama tapınmak değildir. İslam kendini la-yüs’el (sorumsuz) zannedenleri kutsamak değildir.
İslam, kendi peygamberi dahi “bende sizin gibi bir beşerim” dediği halde, kendini herkesten farklı gösterenlere aldanmak değildir.
Kimseyi ve hiçbir şeyi Allah ile aramıza sokmayalım. Günümüz insanı “La ilahe illallah.....” ın manasını tam olarak idrak edebiliyor mu? Hocayı, şeyhi, cemaat yada parti liderini vb. Putlaştırmak İslam’ı bir yerlere götürmedi, götürmeyecek...
İslam ülkelerinde barış niye yok? İslam peygamberi barış elçisi olduğu halde İslam ülkelerine niye barış gelmiyor? Peki barış ülkeye nasıl hakim olur?
İnsanlara zorla namaz kıldırarak mı, aynı giyim tarzını dayatarak mı, ayrı okullarda okutarak mı, benim gibi düşüneceksin, benim gibi yaşayacaksın, benim gibi ibadet yapacaksın diyerek mi? Hayır. Yaratılışa ve insanlığın doğasına aykırı bu... Allah böyle bir görevi yüklememiş. Peygambere bile “Sen tebliğ edicisin” demiş.
Barış adaletle, hakkaniyetle, farklılıklara hoşgörüyle olur. Barış özgürlük alanını genişletmekle olur.
İstediğiniz kadar Allah deyin, istediğiniz kadar peygamber diye bağırın, çarşafla dolaşın, cübbeyle gezin, beş karış sakal bırakın, sokaklarda zikir halkası oluşturun, camileri doldurun; yetimlerin hakkı yeniliyor, masumların canı yanıyor, haklıdan yana değil güçlüden yana saf tutuluyor, insanlar özgürce konuşmaktan korkuyor. Kısacası hiç kimse yarınından emin değilse ve kimsenin kimseye güveni kalmamışsa siz hangi islamdan bahsediyorsunuz beyler? Ancak insanlar birbirinden emin, can ve mal güvenliği içinde yarınlarına ümitle bakıyorlarsa, oralara siz “kafir” beldesi deseniz de, bileseniz İslam ordadır. Çünkü İslam adalettir, huzurdur, özgürce nefes alabilmektir. Bakın ne diyor M. Akif “Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele haksızlığa hak namına ölsem tapamam
Adam aldırma gör git!, diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnerim, hakkı tutar kaldırırım”
Koçlar koyunları keselim, büyükbaşların kanlarını akıtalım. Ve tüm bunları islam adına yapalım ama biri çıkıpta İslam nedir derse nasıl yanıtlayacağız?
“Onların ne etleri, ne kanları Allaha ulaşır, fakat sizden ona ulaşan yalnızca, gösterdiğiniz derin sorumluluk bilinci ve duyarlılıktır.” Bu bilince ve duyarlılığa kurban vasıta olabiliyor mu, temel soru bu...
Bakın diyanet işleri eski görevlisi Sayın Prof. Dr. Ayşe Sucu ne diyor: “Kuran’ın ilk emri olan oku dikkate alınsaydı, ihtiyaç fazlasını dağıt emri dikkate alınır, biriktirme arzusu, şan şöhret ve makam hırsı kesilirdi.
Haksızlıktan, hırsızlıktan, arsızlıktan korkulurdu, kişiler mezhepler, meşrepler, cemaatler, putlaştırılmaz, İslam düşüncesinin önü kesilmezdi.
Kibre, gurura, samimiyetsizliğe; aşkı, sevgiyi, dostluğu kurban verdik.
Kılığa, kıyafete, saça, sakala, özgürlüğümüzü, particiliğe, mezhepçiliğe, cemaatçiliğe adaleti kurban verdik. Körü körüne tabi olmaya; düşünceyi, akletmeyi, araştırmayı, dikkati rikkati, izanı kurban verdik. Dalkavukluğa, görgüsüzlüğe, şımarıklığa, vakarı, sadeliği, tevazuyu kurban verdik.
Ne idüğü belirsiz ideolojilere Türklüğü kurban ettik. İslamın son ordusu dedik, onu da hainlerin kalkışmasına kurban ettik.
Kurbandan, dinden, diyanetten bahsedilirken kargaşadan, yozlaşmadan, otomatiğe bağlanmış ritüellerden, putperest bir anlayışın izdüşümü olarak vazgeçilmezliği ilan edilmiş sosyo-kültürel kalıplardan bahsediliyor olması bizi rahatsız etmeli.
Şekilden vazgeçemiyoruz, geçmeyelim; ancak o şeklin altında yatan manaya dikkat keselim.
İbadet sadece bir formu yerine getirmekten ibaret olabilir mi?
Kimseyi kandırmayalım, en başta da kendimizi...
Gelin kurbanlarımızı kestirmeden veya kesmeden önce özde, manada, ahlakta neleri kurban verdiğimizi bir kez daha düşünelim ve şunları kendimize tekrar tekrar soralım:
Neyin fedakarlığını yaptık, yapıyoruz? Biçimin dışında hangi değeri hayatımıza taşıdık, taşıyoruz?
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
Yazarın notu: Benden 3-4 yaş küçüktü ama beraber büyüdük, görüşlerimiz ilerleyen yaşlarda birbirine zıt olsa da hayatta en çok sevdiğim insanlardan biriydi. Arkadaşım, kardeşim Mehmet Salcıoğlu, Allah rahmet eylesin. Ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.