Üniversiteli delikanlı, hem yüksek tahsilini yapmaya çalışıyor, hem de Ziraat Bankası Şişli Şubesi'nde memur olarak çalışıyordu. Bir akşamüstü yine evraklara dalmış çalışırken başında bir gölgenin belirdiğini fark etti. Kafasını kaldırdığında ise gördüğü karşısında resmen çarpıldı. İki çift çakır göz kendisine bakıyordu. Sapsarı saçların üstünde pembemsi bir bere vardı. Yanaklardaki pembelikle uyumlu olarak… Bu ne güzellikti Ya Rabbi… Kız 14-15 yaşlarındaydı, anneannesinin SSK emekli maaş çekinin gelip gelmediğini sormak için bankaya uğramıştı. Delikanlı tam anlamıyla çarpılmıştı. Yıldırım aşkı herhalde bu olmalıydı diye düşündü. Kız ona gülümsedi, o da kıza… Daha sonra maaş çeklerinin geldiğini, istedikleri zaman alabileceklerini söyledi. Üniversiteli genç o gece sabaha kadar uyumadı, düşündü hayaller kurdu.
Birgün kız anneannesiyle maaş çekini almak üzere bankaya geldi, delikanlı onları ağırladı, birlikte daha detaylı tanıştılar ve uzun süre konuştular.
Bankada çalışan diğer gençler delikanlıya özenerek ve kıskançlıkla bakıyorlardı. Delikanlı kızla ve anneannesiyle konuşurken kızın bir kolejin ortaokul son sınıfında olduğunu ve Fenerbahçe Dalyan’da oturduklarını öğrendi. Delikanlı kızdan başka bir şey düşünemez olmuştu. Derken kızla arkadaş oldular artık. Kalamış’ta, Taksim’de birlikte geziyorlar, sinemaya, tiyatroya gidiyorlardı. Delikanlı belki incinir diye kızın elini bile tutmaktan çekiniyordu. Delikanlı kendi kendine “mutluluk işte bu olmalı” diye düşünüyordu. Mutluluk işte buydu.
Delikanlı Şişli Pastanesi'nde kızı bekliyordu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın… Zaten onu her bekleyişinde böyle oluyordu. Delikanlı heyecanını yatıştırmak için bir gazete almış Şişli Pastanesi'nde hem gazete okuyor, hem de gözleriyle geleni gideni tarıyordu. Gazete okurken iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu şiirden alınmış bir dörtlüğe…
Ona söylemek her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı…
Artık kızın gelmesini bekliyordu.
Kızın karşıdan geldiğini görünce koşarak yanına gitti. 'Bu sana" diyerek kartı eline tutuşturdu.
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar!..”
Daha sonra Şişli Pastanesi'nden çıktılar, Taksim’e, ordan da Dolmabahçe’ye doğru yürümeye başladılar.
“Sana bir şeyler söylemek istiyorum” dedi kız. O’da heyecanlıydı belli ki…
“Bak, beni iyi dinle, karta yazdığın şiir için teşekkürler… Bende seni beğeniyorum ve senden hoşlanıyorum, ama senden evvel tanıdığım kendi yaşıtım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim hanginizden daha çok hoşlandığıma… Ve de şu anda onu terk etmem için bir neden olduğunu da düşünmüyorum.”
Delikanlı bir daha kızı görmedi, onun bulunduğu yerlere gitmedi. Zira aşk onurlu olmalıydı. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanla, hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan ve sevmeden bekledi.
Bir gün bir kitapta o şiirin ikinci dörtlüğünü gördü. O dörtlüğü de bir karta dikkatle yazdı. Cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Kış geçti, bahar geçti, yaz geldi. Aylar, aylar geçti. Bir gün öğle vakti kız bankadan içeri girdi, vezneye yürüdü ve para bozdurdu. Delikanlı istifini bozmadı, ama yan gözle çaktırmadan kızı izliyordu. Kız daha sonra yanına geldi. "Günlerdir seni arıyorum” dedi kız. "İşte sana güzel bir haber, kaydımı bankanın yanındaki Şişli Hürriyet Koleji'ne yaptırdım. Liseyi sana 2 metre ötede okuyacağım. Seninle her gün birlikte olabilmek için, artık hayatımda kimse yok.”
"Yaa! Öyle mi?" dedi delikanlı, sadece yaa! Öyle mi?
Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken ağzından sadece bu ses çıkmıştı. Cebinde bulunan kartı çıkarıp uzattı kıza… "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi, "Buda sonu onun” sonra kızı oracıkta bırakarak bankanın ikinci katına çıktı kız kartı okurken…
“Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar…”
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı üniversiteyi bitirdi. Evlendi, çocukları oldu. Bugün hala düşünüyor zaman zaman; o uzun çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını?
Yada beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali doldurmazdı. O kızın kendisi bile…
Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti hayatından
Yada, yada…
Bir şiirin romantizmine mi kapılmıştı, bir delikanlılık uğruna mı mutluluğun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba?
Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor. Bilmediğini peki ben neden bu kadar iyi biliyorum?
Çünkü, O DELİKANLI BENDİM!...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.