Takip Et
  • 20 Aralık 2019, Cuma

ANNABEL LEE

“Seneler, seneler evveldi;

Bir deniz ülkesinde

Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz

İsmi Annabel lee;

Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten

Sevmekten başka beni

 

O çocuk ben çocuk, memleketimiz

O deniz ülkesiydi

Sevdalı değil karasevdalıydık

Ben ve Annabel lee;

Göklerde uçan melekler bile

Kıskanırdı bizi

 

Bir gün işte bu yüzden göze geldi,

O deniz ülkesinde

Üşüdü rüzgarından bir bulutun

Güzel Annabel lee;

Götürdüler el üstünde

Koyup gittiler beni,

Mezarı ordadır şimdi

O deniz ülkesinde

 

Biz daha bahtiyardık meleklerden

Onlar kıskandı bizi…

Evet! Bu yüzden (şahidimdir herkes

Ve o deniz ülkesi)

Bir gece bulutun rüzgarından

Üşüdü gitti Annabell lee.

 

Sevdadan yana, kim olursa olsun,

Yaşça başça ileri

Geçemezlerdi bizi;

Ne yedi kat gökteki melekler,

Ne deniz dibi cinleri,

Hiçbiri ayıramaz beni senden

Güzelim Annabel lee.

 

Ay gelip ışır hayalin eşirir

Güzelim Annabel lee;

Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar

Orda gecelerim, uzanır beklerim

Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim

O azgın sahildeki, yattığın yerde seni.

Yukarıdaki okuduğunuz şiir Amerikalı Edgar Allan Poe’nun kendi acılı hayatından alınmıştır. Yoksulluktan ölen karısına yazılmıştır. Bence dünyanın en güzel şiiridir Annabel lee

Türkçe çevirisinin de bu kadar güzel olmasını şair Melih Cevdet Anday’a borçluyuz. Ateşten sözcükler bütünüdür Annabel lee… 1960 yılların ortalarında erkek ve kızların (17-18 yaşlarında gençlerin) kesip ceplerinde taşıdıkları bir şiirdir. Her kelimesi alev alev açan birer çiçek gibidir Annabel lee… Okudukça gün kor kızıla çalar, perde perde iner gece… Bu şiiri okumamışsanız hiç şiir okudum demeyin.

Bizim gençliğimizde hepimizin zulasında bir şiir dururdu; Annabel le. Bir deniz ülkesindeki masum sevdanın şiiri… En temiz duyguların mahşere kadar sürecek özleminin yansıması. Seneler öncesinde o zaman teknoloji ele geçirmemişti yürekleri. Limanlara rüya taşırdı gemiler. Aşklar gecelik değil ömürlüktü. Hayatın sırlarını bulduğumuz şiirdi Annabel lee. İngilizce yazılmıştı ama bizde sevdanın atların çektiği faytondu.

Gömleklerimizde dut lekesi, geceleri başımızı otlara yaslar, gökteki yıldızları yere indirirdik. Ülkemize bağlılık yeminimiz vardı, buna yıldızlar eşlik etsin isterdik.

Ağaçtan kopardığımız bir incir bile aramızda kardeş payı yapılırdı. Ruhumuzun dalgalı istasyonlarından şarkılar, türküler gelirdi. Veda buseleri. “Ben seni unutmak için sevmedim .” herkes mahcup herkes karanfil demeti gibiydi. İspanyol paçalar, anket defterleri, Pazar günleri çay partileri. Yatağın altında saklanan siyah beyaz sevgili resimleri. Patiskaya gül işlerdi annem ve komşuları. Herkes birbiriyle sanki kardeştiler.

Kırk yılda bir katil çıkardı da ödü patlardı insanların. Sarmaşık dolu balkonlar egenin ve Aydın’ın süsüydü. Gelinliğine sarılarak uyurdu genç kızlar. Şapkasında kiraz olurdu küçük kızların, bir elma düşerdi bahçeye, bütün çocuklar elmanın başında toplanırdı.

Denizden cennete merdiven uzanırdı sanki. Her çocuğun içinde başka bir çocuğa yer vardı, kötülüğe yer kalmazdı o yüzden.

Bir balıkçı feneriydi Annabel lee, ölümsüz sevdaları işaret eden. Bizi mum gibi titreten özlemlerin rehberi, camdan cama yaşanan aşkların ta kendisi. Geceleri sokak lambasından ilham almak, ıslık çalmak pencere önünde.

Delikanlı düşlerin mahallelere, sokaklara egemen olduğu yıllar… İnsanların şapkaları altındaki zarafeti.

Bütün çocuklar masum, bütün kadınlar güvende…

Şimdi şehrin arka sokaklarında kaybolan bir ömrün işçileriyiz… Sözlerin yalanı, gözlerin yılanı itibar görüyor. Oysa düşlerimizin geliniydi Annabel lee rüyalarımızın sevgilisi. Şimdi sahte düşlerin ucuz kahramanlarıyla ne şiirlerin tadı var artık; ne de ölümsüz sevgilerin.

Nobel Edebiyat Ödülü’nün bile Hitler ruhu taşıyan insanlık düşmanı birine verildiği bir dünyadan bir Annabel lee çıkmaz!

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.