Takip Et
  • 18 Nisan 2014, Cuma

BEŞİKTAŞK...

Aydın Lisesi'nin orta kısmında okurken evimiz şuandaki Askerlik Şubesi'nin bir üst sokağındaydı. Okuldan çıkıp eve gelir, içeri girmeden bahçe duvarından çantamı attığım gibi arkadaşlarla top oynamaya koşardık. İki taştan kale yapar, altışar golden iki devre, üç korner bir penaltı futbol oynardık. Evlerin arasında boş araziler vardı o zamanlarda.

Renkli renkli bilyelerimiz vardı, onlarla oynayacak geniş alanlarımız da. Hele başaltından bir de vurduk mu yoktu diyecek keyfimize. Seksek oynardık tebeşirle yere çizgiler çizip. Demek ki araba park edilmeyen kaldırımlarımız, yollarımız varmış bizim. Seksek çizgileri çizecek kadar da geniş. Babam uçurtmanın çıtalarını çakar, beraber elişi kağıtlarıyla süslerdik, bir güzel birde kuyruk yaptık mı bulutlarla arkadaş olurduk. Demek ki geniş ve de büyük ve boş arsalarımız varmış mahallemizde. Ne çok katlı binalar, ne de AVM'ler…

Çocuklarımız bizim kadar şanslı olamadılar seksek nedir, bilye, misket nedir bilemediler, uçurtma uçuramadılar, mahalle aralarında top oynayamadılar.

Aydın’da yalın ayakla bezden yapma topun peşinde koşarken nasıl BEŞİKTAŞLI oldum. Biliyor musunuz benim ki taraftarlık değil ölümüne sevda. Ortada ne şampiyonluk, ne de gurur duyacağım bir neden vardı! Ama Siyah-Beyaz'a gönül verdim. Eğer ortada bir tercih varsa, kesinlikle bir sosyolojik açıklaması da olmalıydı.

Bir yerlerde beni bu renklere iten bir neden vardı. Ben bilmesem de bu aşkın nedeni vardı. Güçsüzün güçlenme, güven veren bir çatı altında buluşma arayışıdır. Siyah-Beyaz, sadece hayatın iki rengi değildir! Gün göremeyenler ile güzel günlere birlikte gidilebileceğini hayal edenlerin buluşmasıdır!

Yüz binlik, milyonluk şehirlerde kaybolma korkusunu el ele tutunarak, aynı şarkıları söyleyerek, tanımadığı insanlarla omuz omuza vererek gelecek atlatma çabasıdır! Hayatın dağıttığı paylardan beyazlara düşeni alma ve sesini yükseltme yarışıdır. ÇARŞI da bunun bayrağını taşıyan gruptur. 12 Eylül darbesinde sokağa çıkma yasağı varken sokaklarda şampiyonluk kutlayan ilk ve tek takımdır BEŞİKTAŞ. Beşiktaş tribünlerde eşitsizliğe başkaldırıştır! Kara Kartal’ın altında buluşmak diğer iki büyüğe göre çok daha kolay da olsa çıkmak daha zordur! Çünkü hayat çoğu zaman 'beyaz' rengini sizinle paylaşmaz. Beşiktaş aslında esirgenen beyaza yapılan bir nevi yolculuktur. Bu yolculuğun gerçek kahramanları da halktır. Beşiktaş bu nedenle büyüktür. Fenerbahçe yeryüzünde paranın satın alabileceği her şeyi alma gücüdür. Bunun adresidir. En pahalı transferlerle milyonların havada uçuşması demektir.

Galatasaray Lise'nin, Üniversite'nin takımıdır. Kolay üye olunamaz, paran da olsa, servetin de olsa kural değişmez. Kural herkese kapılarını açmamaktır. Kibirli yaşamaktır. Türk ve Müslüman şartı aramamak Yahudi, Katolik, Hristiyan kendisine benzeyen kim varsa içeri almaktır!

Devlet yönetmiş bir okuldan çıkıp sokakta farklı adım atmaktır. Bu nedenle Beşiktaş işçinin, emekçinin, yalnızın, Fenerbahçe paranın peşinden gidenin ve onu sevenin, Galatasaray ise büyük çoğunluktan ayrı düşen ve düşünenlerin takımıdır.

5 Nisan 2014'te 88'inci yaş dönümünü kutladığımız Efsanevi Başkanımız Süleyman Seba’nın yalnızlığı, duruşu, ilkeleri, onuru Beşiktaşlılığımı daha da güçlendirdi. Belki de toplumu bir arada tutan olgunluğu ve anlayışı… Ya da sokaklardaki gençlere fırsat vermesiydi beni cezbeden… Ama siyahın da, beyazın da aşkı başkaydı! El ele hem kulübü, hem ülkeyi yönetme isteğimiz başkaydı! Belki bu yüzden sesimiz gür ve çok çıkıyordu.

Ortaokuldayken derslerden arta kalan zamanlarda yapılacak iki aktivite vardı; Kızlar ve kız ruhlular için saklambaç, erkekler için top oynamak. Top oynayanlar kendi aralarında üçe ayrılırdı.

Meşin topla oynayanlar, plastik topla oynayanlar ve kola kutusuyla oynayanlar. Kola kutusu? Evet, bildiğiniz içi boş kola kutusu.

Geçen haftaki yazımda değindiğim gibi meşin topla oynayanlar da ilk ve en önemli kural topun sahibi olan çocuğa saygıda kusur etmemek ve onun oyunun her dakikasında haklı olduğunu bilmekti. O nerede düşerse düşsün penaltıydı. Plastik topla oynayanlar da enteresan çocuklardı. Kendilerince yetenekli olanlar oynar, diğerleri kenardan oynayanlara özenerek bakardı.

Oysa kutu kola veya bezden yapılmış topla oynayanlar öyle değildi. Biri sakatlansa oyun durur düşeni ayağa kaldırmak için herkes bir yerinden tutardı. Onlarla top oynamak için yetenekli, paralı ya da top sahibi olmaya gerek yoktu, arkadaş olmak yeterliydi.

Benim gibi arıza tiplerin ayağı ortaokul boyunca ne meşin, ne de plastik top gördü!

Kaderin cilvesine bakın ki biz, yani bütün bez veya kola kutusu peşinde koşanlar Beşiktaşlıydık.

Önceleri tesadüf sandığımız bu rastlantının aslında Beşiktaşlılığın ta kendisi olduğunu sonradan anlayacaktık.

O’nun sayesinde! “Beşiktaş, maç kazanıyor, kupa kaldırıyor diye tutulmaz. Beşiktaşlılık bir değerler manzumesidir ve bu değerler yüzünden Beşiktaşlı olunur” derdi.

Dünya futbol literatürüne ilk kez o sokmuştu “Şerefli İkincilik” kavramını.

Para babaları Fener'i, Galatasaray’ı milyarlarla yönetirken o itibarı ve onuru ile yönetmişti.

Beşiktaşlılık bir futbol kulübü taraftarlığı değil; bir sevdaydı, bir ilkeli duruştu. Bizim ve arkadaşlarımızın başına bu sevdayı saran Süleyman Seba’ydı. Alnı öpülesi futbolcu, eli öpülesi Efsane Başkan seni unutmak imkansız. 5 Nisan 2014'te 88'inci yaş gününü kıvançla kutladık. Nice yıllara sağlıkla, sıhhatle derken, adama hasret bu topraklarda, adamlığınla çok yaşa…

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları...

Not: 1978 yılında Aydınspor'da yöneticiyken kulübe alınmasında katkılarım olan sevgili kardeşim Mehmet Anbarlı’nın vefatını üzüntüyle öğrendim. Kendisine rahmet, kederli ailesine başsağlığı dilerim.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.