Güzel yurdum tam bir cinnet halinde Adamo’nun deyişiyle her yerde kar değil kan var.
Gazetelerin üçüncü sayfaları ölüm, cinayet, şehit haberleriyle dolu.
Her gün gelen şehit haberleri içimizi sızlatıyor, yüreğimizi dağlıyor. Tamam PKK bir terör örgütü , işi kan dökmek… Ama PKK’nın bu gün işlediği cinayetlere bir bakın: Gencecik polisleri uykuda yakalayıp ellerini arkadan bağlayarak ensesinden vurmak bir binbaşıyı çocuklarının, karısının gözü önünde katletmek, bankada sıra bekleyen askeri sinsice arkasından yaklaşarak infaz etmek…
Terör örgütü, derin devletle kol kola ülkeyi kana buladığı 1990’larda bile böylesine ağır provokatif eylemle yapmamıştı.
PKK kendi tarihinde ilk kez saldırı stratejisini Türkiye’de daha geniş kitleleri provoke etme hedefi üzerinden kurguluyor.
Sadece PKK mı? Tesadüfe bakın ki tıpkı 1990’larda olduğu gibi PKK ile sözleşmişçesine kendisine ‘’devlet görevlisi’’ diyen adamlarda bölgede eş zamanlı başka bir terör dalgası başlatıyor.
Özel harekat şantiye basıyor. Öldürülen bir PKK’lı kadın teröristin cesedini çırılçıplak soyduktan sonra fotoğraflarını çekip basına servis etmenin adı provokasyon değilse nedir?
Soru şu: PKK terörüne özel harekat terörüyle cevap vererek nasıl bir sonuç alınacağını 1990’larda acı bir şekilde görmüşken birileri yeniden Türkiye’yi bu dipsiz kuyuya neden itmeye çalışıyor.
Bölgede devlet ve örgüt karşılıklı provokasyonlarla şiddetin dalga boyunu her geçen gün arttırırken şehirlerde de provokasyon durmuyor.
Birkaç gün önce gazetelerdeki haberi görmüşsünüzdür. Sakallı bir adam İstanbul’un göbeğinde müzik yapan sokak çalgıcılarına ‘’yahudi müziği yapıyorlar’’ bahanesiyle saldırıyor.
Bütün bunların üstüne İŞİD kafa kesme konseptini bir kenara bırakıp ilk kez Türkçe konuşan bir militanı aracılığıyla İstanbul’u fethetmek için çağrıda bulunuyor.
Ve son olarak bir zamanlar AKP ye oy verdikleri için kendileri için kendilerine ‘’bidon kafa ‘’ ‘’göbeğini kaşıyan adam’’ diyenlere isyan edenler bu gün HDP ye oy verenlere ‘’ şerefsiz, hain, katil..’’ diyerek yangına benzin taşıyor. Türkiye dört bir yandan esen böylesi ağır tahrik rüzgarlarının etkisiyle savrulurken ‘’ memleket sevdalısı ‘’ siyasi parti liderlerinin bırak uzlaşmayı, bir masa etrafında oturup ‘’seçimi tekrarlamaktan başka- çözüm üretmekten aciz olmaları acınacak bir haldir.
Güzel yurdum insanı tam bir cinnet halinde demiştim yazımın başında. Emniyet müdürü cinayet işliyor. Savcılar yurtdışına kaçıyor. Ve benim aklım şaşıyor. Benim bildiğim emniyet müdürleri cinayet işleyenleri bulur yakalar. Savcı sanıkları sorgular iddianame hazırlar. Kaçarsa suçlular sanıklar kaçar.
Nazım Hikmet soyadı kanunu çıktığında kendisine soyadı almak için nüfus müdürlüğünde sıraya girdiğinde önündekileri hep kanla biten soyadları aldığını görmüş: Aslankan, Emirkan, Soylukan gibi sıra kendisine geldiğinde nüfus müdürü sorar senin soyadın ne olsun diye Nazım Hikmet yanıtlar Ran diye nüfus memuru tekrar sorar manası nedir, ne anlama geliyor diye Nazım Hikmet cevap verir: ‘’ hiçbir anlama gelmiyor bu kadar kanın arasında bir de Ran olmalı diye düşündüm.’’
Bu gidişle güzel yurdumuzda bizde kan denizinde boğulacağız herhalde….
Faydası olur mu bilmem ama hatırlatalım Nazım Hikmet mısralarıyla:
‘’Memleket sevdası senin memleketi ele geçirmen değil, memleketin senin yüreğini ele geçirmesiyle başlar.’’
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.