Arnavutköy'den Bebek’ e giderken yolun sağında, yarısı kıyıda, yarısı denizin üstünde bulunan 600 kişilik bir Kuyu Restaurant vardır. 60'lı yılların sonlarında bu restaurant İstanbul'un elit kesiminin buluştuğu bir merkezdi. Bundan 40 yıl önceki İstanbul'da ‘Laylalar, Reynalar, Akmerkezler’ yoktu. Kuyu Restaurant’ ın üç ortağından birisinin oğlu yakın arkadaşımdı. İnce, uzun tipli bir çocuk olduğu için ona ‘İnce Mehmet’ diyorduk. Ben boş zamanlarımda İnce Mehmet ile Kuyu Restaurant’ ın önünde laflar, geleni geçeni keserdik. Kuyu’nun karşısında bahçe içinde beyaz, görkemli bir bina vardı. Balta Limanı Apartmanı… Onu ilk kez bu apartmanın 4. katının balkonunda kucağında bebeğiyle gördüm. Tahminen 14-15 yaşlarındaydı. Bal sarısı saçları, deniz mavisi gözleri vardı. Yanakları al aldı. 18 yaşındaydım, liseyi yeni bitirmiş, şimdiye kadar önemli bir ilişki yaşamamıştım. Aşk, sevgi ve tutku nedir? Tam bilmiyordum. Birkaç gün sonra Bebek’ teki bebekli kızla tanıştık, bir özel kolejde okuyordu. Zaman zaman uzun yürüyüşlere çıkıyorduk. Zaten yürüyüşten başka bir şeyi ne biliyor ne düşünüyordum.
İstanbul'da karlı bir kış günü Taksim'den, Kabataş'a Gümüşsuyu yolundan inerken ellerim paltomun cebinde onun sol eli benim sağ elimle birlikte paltomun cebinin içinde birbirine kenetlenmişti. Ona ilk şiirimi yolda yürürken okudum.
‘Ellerindi ellerimden tutan
Ellerimdi ellerinden tutan…
Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi
Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin
Kimbilir kaç martılar halinde…
Bir masada karşı karşıya
Seyrederken dudaklarını senin
Dile gelmiş ilk sevgiydik
Henüz başlamış külrengi bahar
Ne savaş ne barıştık biz…
Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar,
Manolyaya gece konmuş kumrular…
Zaman zaman ona Abdurrahim Karakoç'un dizelerini okuyordum…
‘Sarı saçlarını deli gönlüme, bağlamışım çözülmüyor
Ayrılıktan zor belleme ölümü, görmeyince sezilmiyor
Yar deyince kalem elden düşüyor, gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor,
Lambada titreyen Alev üşüyor, aşk kağıda yazılmıyor...
Benim daha önceki sayılarda yayımlanan ‘O delikanlı bendim!..’ başlıklı yazımı okuyanlar bu hikayenin sonunu biliyorlar. Yalnız ayrılırken ona okuduğum veda şiirini buraya almak istiyorum ve onun bana bir arkadaşım aracılığıyla gönderdiği şiiri sizinle paylaşmak istiyorum;
Veda
Elimde, sükutun nabzını dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin’
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!...
Yürü…
Gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol Irakta,
Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!..
Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin!...
Aradan uzun yıllar geçti. Bebek’ teki bebekli kızı bir daha ne gördüm ne de haber alabildim. 80'li yıllarda bir iş için İstanbul'a gittiğimde, İstiklal Caddesi'nde İnce Mehmet ile karşılaştım. ‘Bende sana verilmek üzere bir şey var, Kuyu’ ya gel hem de eski günleri yad ederiz hem de emanetini veririm’ dedi.
İnce Mehmet ile kuyunun boğaza bakan pencerelerinden birinin önüne oturduk ve ben bana gönderilen yazıyı okumaya koyuldum;
‘Beyaz apartmanın sekiz nolu dairesi denize karşıydı
Bebekli bir kız vardı
Kucağında bebek, balkona çıkardı.
Pembe güllerle dolu bahçede
Üzerinde siyah okul önlüğü
Ağzında sakız vardı
Gözleri deniz mavisi
Saçları bal sarısıydı
Peteğimin tadı-tuzu
Peteğimin arısıydı
Evleri denize karşı
Körpe dudaklarında okul marşı
Bebekli bir kız vardı…
Aradan seneler geçti
Siyah okul önlüğünü çıkardı bebekli kız
İpek elbiselerle dolaştı,
Pembe güllerle dolu bahçede…
Körpe dudaklarına ruj sürdü…
Gözlerini rimelledi
Saçı kızıla boyadı
Gözleri deniz mavisi saçları bal sarısıydı.
Evlerinin çardağı altında
Kızıl saçları gül koktu… deniz koktu…
Evleri denize karşıydı ama
Dudaklarında artık okul marşı yoktu
‘Benim güzel manolyam’ şarkısını söyledi Bebekli kız
Okul marşı'nı unuttu…
Dün tebeşir tutan elleri
Kadeh tuttu, vale tuttu, as tuttu…
Şimdi Bebek’teki beyaz apartman dairesi
Yine masmavi denize karşı
Pembe güllerle dolu bahçesinde
Ne manolyam şarkısı, ne okul marşı,
Gelin oldu, anne oldu, kadın oldu Bebekli kız.
İnce Mehmet şiirinden sonra devam etti;
Dün ona rastladım Bebek sahilinde yürürken, evlenmiş. Biri kız iki çocuğu olmuş. ‘Nasıl’ diye seni sordu yanakları kızararak ve birazda benden utanarak. ‘İyi’ dedim. Acı acı gülümsedi!.. Deniz mavisi gözleri masmavi denize bakarak ve iki damla yaş yanaklarına akarak...
İnce Mehmet yanaklarımı işaret etti, benim yanaklarımda ıslanmıştı.
14 Şubat Sevgililer Günü. Bende size yıllar öncesinden bir sevgililer hikayesi anlatmak istedim.
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.