Benim televizyonlarda dizi yarışma gibi program izleme alışkanlığım yoktur. Bu güne kadar hiç de olmadı. Ben televizyonda sadece maç yayınları, spor programları ve haberleri izliyordum. Artık haberleri de izlemiyorum. Zira ben her şehit haberi, denizden çıkarılan cesetler, küçük bedenleri kıyıya vuran ya da kör kurşunun isabet ettiği masum çocuklar…
Soyadı kanunu çıktığında nüfus dairesinde herkes soyadı almak için beklerken Nazım Hikmet de sırasını bekliyormuş. Önündekiler hep soyadlarına “kan” kelimesini ekletiyorlarmış. Aslankan, Uyankan, Doğukan, Batıkan gibi… Sıra usta şaire geldiğinde memur hangi soyadını almak istediğini ustaya sorar oda RAN soyadını almak istediğini belirtir. Memur Ran kelimesi ne anlama geldiğini sorduğunda hiçbir anlamı olmadığını belirten usta şair: “Bu kadar kan, kan, kan arasında bir Ran olsun istedim” der.
Her gün düzenli olarak zehirlenirken, ara vermeden hem haber dinlemek hem de rutin günlük işleri yürütmek çok zor…
Zehirlenmenin çok çeşitleri var. Türkiye’de terörle gelen kahredici haberlerle, adaletsizlikle yoğrulan kaosun içinde yuvarlanıp giden bir toplumuz. Bir taraftan çamur deryası gibi akan yalan “habercilik”, bir yanda durmaksızın kısıtlanan hareket alanları… Bilgiden, bilimden, bilgi toplumu olmaktan uzaklaşmamız, cehaletin, dar görüşlülüğün neredeyse yüceltilecek, övünülecek hale gelmesi…
Öte yandan başka bir önemli nokta: Hava kirliliğinin kabul edilebilir sınırların çok üzerinde olması… Tüm bunlar toplanınca ortaya çıkan durum açık: Hem fiziksel, hem ruhsal anlamda durmaksızın zehirlendiğimiz bir ortamda yaşıyoruz. Dolayısıyla bir yerde bittiğini tükendiğini hissediyorsun.
“Zehir” içinde yaşarken çalışmak, üretmek, mutlu olmak, geleceğe umutla bakmak, hatta günlük hayatın sıradan, olağan ritüellerini yapmak için bile sebep bulamamak gayet mümkün… Dolayısıyla yorgunluk, yılgınlık hali kaçınılmaz oluyor… Peki, ne olacak? Bir kere dünyaya geliyoruz. Ömrümüzü çamur içerisinde debelenerek mi geçireceğiz? Ruhumuz bataklıkta debeleniyor ve öyle bir kıstırılmışlık hali içindeyiz ki oradan çıkacak bir sebep bulamıyoruz. Ünlü fizikçi Einstein: “Aynı şeyleri tekrarlayarak farklı farklı sonuçlar elde edeceklerini ümit edenler ya deli ya da aptallardır” diyor.
Ben değil sadece, çoğumuz böyle yaşıyoruz. Aynı alışkanlıkları sürdürerek farklı iyi sonuçlar bekliyoruz. Biraz da kültürümüzden, dünya ve içinde yaşadığımız bölgenin “ölüm” kelimesini ağzımızdan düşürmememize müsaade etmeyen yapısından kaynaklanıyor bu: Herşeyin en kötüsünü düşünüyoruz. Kendimizi kötüye hazırlıyoruz, iyi bir şey olduğunda “ekstradan” sevinmeyi bekliyoruz. Kötü, karamsar umutsuz bir bakışla bu yönde yaptığımız seçimlerimizin esareti altında yaşıyoruz ve bunu “tükenme” sınırına gelene kadar fark etmiyoruz. Karamsar olmak, hayatımızın doğal bir sonucu elbette. Çirkin şehirlerde yaşıyorsak, çirkin siyasete, şiddete, ölüme yalan haberciliğe maruz kalarak… Sokakta ve trafikte birbirine saygısız insanların çirkinliklerine, küfürlerine, kavgalarına bakarak “çiçek gibi” bir insan düşünemeyiz.
Ne olur biliyor musunuz? Eğer kendimizi besleyecek, rahatlatacak, iyi hissettirecek hayata ve kendimize güzel bakmamızı sağlayacak alışkanlıklar edinmediğimizde... Sosyal medya “en büyük yalanlama aracı” haline geldiğinde… O dışarıda gördükleriniz okuduklarınız, o “internet haber dili” başkalarının sözleri, umutsuzlukları, çaresizlikleri “senin de başına iyi bir şey gelmeyecek” diye fısıldayıp duran bir iç sese dönüşüyor. Aynaya baktığınızda aklınızdan kendinize dair daha ziyade olumsuz hisler geçiriyor… İşte bunun önüne geçmek gerekiyor. Sabah endişeyle kalkan, gün boyunca dört bir koldan strese maruz kalan, akşam açtığı, televizyonda da stresten başka bir şey bulamayan, gece yatağa sinir topu halinde giren insanlara dönüştük.
Çözüm? Baktığımız “şey”leri değiştirmek. Peki nasıl? Herkes kendi çözümünü üretmeli, yoksa toplum olarak iyileşmek hakikaten mümkün değil.
Ben düzenli olarak kendimi maruz bıraktıklarıma ara verdim. Neler bunlar? Mesela her sabah gözümü açtığım gibi “Bugün ne kötülükler, kesin yine mutsuz olacağım” hissiyle sosyal medyaya, haberlere bakmak… Bu doğrultuda kendimi ufacık bir kutuya hapsedip oradan çıkmaya çalışacağıma dair inanç geliştirmek… Her an o “kutu”dan çıkmayı başaramıyorum ama usanmadan her gün deneyeceğim. Size de tavsiye eder öneririm. Hepinize mutlu hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.