Takip Et
  • 2 Kasım 2018, Cuma

BASIN KAN KAYBEDİYOR MU?

1980 yılına kadar gazeteciler, halka bilgi ve haber ulaştıran, kamuoyu oluşturan basın kuruluşlarıydı. 80’li yıllardan sonra öncülüğünü Dinç Bilgin ve arkadaşlarının yaptığı basın kuruluşları ortaya çıktı. Bunlar 'plaza basını' olarak da nitelendirildiler.

İletişimdeki yeni gelişmeler medyada üç bölümden oluştu; yazılı basın, görsel basın, sosyal medya. Sosyal medyada iletişim o kadar hızlı yayılıyordu ki gazeteler çıkmadan haberleri bayatlıyordu. Bu durum 'gazetecilerin sonu geliyor mu?' sorularına neden oluyordu. Fakat gazeteleri internet sarstı ama bitiremedi. Sosyal medya denmeye başladı. O olmadı bu, şu olmadı o…Oysa insanların haber alma ve öğrenme arzuları bitmeyecek. Fakat Türkiye’de yaşananlar dünyanın ileri ülkelerinde yaşananlardan farklı… Dijitalleşme tüm dünyayı etkiliyor ancak bizdeki sorunda bunun payı küçük. Evet dijital bir devrim yaşandı. Hala da yaşanıyor. Vatandaş gazeteciliği, teknolojiyle mümkün hale geldi. Ama o vatandaş, vatandaşlığa devam ediyor. Sosyal medya sayesinde herkes kendi şirketinin medya patronu.. Ancak gazetecilik ve içerik üretebilme, olayları yazıya dökme başka bir şey olsa gerek.

Ağustos 2013’te kitap satış devi Amazon, Washington Post gazetesini 250 milyon dolara satın aldı.

Amazon gibi kökten değişikliklere imza atmış başarılı internet girişimlerinin sahibi olan şirketin gazete satın alması her bakımdan çok anlamlıydı. Gazetenin (yani kağıdın) geleceğine olan inancından dolayı mı bu yatırımı yaptı? Bu satın alma yüzde yüz bir insan kaynağı yatırımıydı. Gazetede çalışan gazetecilerin içerik üretebilme kapasitesine yapılmış bir yatırımdı.

Burada Türkiye’deki medyanın kendi günahlarını kabul etmek zorundayız. Dokunulmaz bazı isimlerin (Ertuğrul Özkök , Fatih Altaylı, Ahmet Hakan gibileri) dışında medya hiçbir zaman insan kaynağına çok nazik davranmadı.

İşi, gücü ucuza kapatmak için çeşitli yollar aradı ve buldu. Yetenekli insanları yıldırdı. Yeteneksiz ve vasat yöneticiler tam da bu dönemde köşe başlarını tuttu. Vasatların birbirleriyle ittifakı da yeteneklilerin önünü kesti. Kimse çok para kazanmak için gazeteci olmaz diyeceğim ama devlet televizyonlarında maaş çeklerini almak için kuyruğa giren, akçeli işlerde başarılı tüccar gazetecileri duyunca ve görünce çaresiz susuyoruz. (Yiğit Bulut ve onun gibileri..)

Onları bir kenara bırakırsak, onların dışında kalan nice yetenekler ne para kazanabildi ne de kariyerlerini planlayabildi. En sonunda da çekip gittiler.

Yıllarca yayın yönetmeni arayan gazeteler gördük. Ara jenerasyonu kaybeden medyayı gelecekte daha da yeteneksiz kişiler yönetecek.

Ucuz iş gücü olarak bulunan son kaynak ise blogger ve fenomen cephesi. Ama burada kim kimi sömürüyor istismar ediyor çok net değil. Sonuçta öyle bir yere gelindi ki piyasanın çoğu biraz önce sözünü ettiğim tüccar gazetecilere kaldı. Medyanın kendi günahları ve dijitalleşmenin dışında ülkemize has en önemli etki ise siyasetten geldi .

Yeryüzünde örneği olmayan bir bastırma, sindirme, sansürleme ve dizayn etme çabası... Miting kürsülerinde fırçalanan ve aşağılan gazeteciler, yazarlar, kendilerine telefonda atarlanılınca ağlayan gazete patronları…

Para kazanma derdi olmayan gazeteler, dönüşümlü patronluk yandaş medya, olmayan videoları izlediklerini söyleyebilen gazeteciler… Peki sonuç? Gerçeğini bilmediğimiz korkunç tiraj rakamları. El konulan, patronu değişen ve dik duramayan tüm gazeteler tirajda dipleri gördüler. (Vatan ve Milliyet gibi) Çünkü, medyanın bugünkü acıklı halinde inandırıcı olamamak gibi bir sorunu mevcut...

Bu arada 8-10 yıllık olup da müthiş tiraj alan gazeteler de var (örneğin Sözcü gibi.) O da dik duruşlar sayesinde oluyor.

İyi, mesleğini seven, işinin bilincinde olan gazetecileri tenzih ederim ama üzerine alınanlar olursa da haklı sebepleri vardır der, geçerim. Dijital tarafta neler oluyor diye bakacak olursak, orası da pek parlak değil.

Yazmayı bilmeyenlerin gazetecilik oynamasına; iletişim, reklam ve pazarlama uzmanı kesilmesine tanık oluyoruz. Sıradan insanların birkaç bin takipçisi var diye İnstangram’da olmaya çalıştıklarını görüyoruz. Yootube'da kanal açan açana. Bu ne kadar inandırıcı peki?

Reklam yüzlerini markayla örtüşüyor mu diye bilimsel olarak incelerken fenomen seçiminde kriter nedir? Tüketicimizin tüm hayat görüşünü üç beş fenomene indirirken bunun ters tepebileceğini kimse düşünmüyor mu?

Çeşitli kritikleri okuyunca görüyoruz ki derinlik “Beğendim” “Beğenmedim” düzeyinde. İyi de siz kimsiniz? Biz sizi beğendik mi acaba? Hangi eğitim ve tecrübe ile yapılıyor bu kritikler?

Klasik medyanın büyük kısmında inandırıcılık sorunu var demiştim. Aynı durum maalesef sosyal medyada da var. Netice olarak şunu söylemek isterim ki Türkiye’de basın sürekli kan kaybediyor. Bunun nedenleri de şimdilik araştırma konusu edilmiyor.

Böyle giderse Türkiye’deki gazeteleri zor günler bekliyor. Umarım yanılırım.

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.