Bugün 16 Şubat canımdan çok sevdiğim annemin 3. ölüm yıl dönümü.
Kafamda deli sorular, gözümde bulanıklıklar ve karanlıklar, aklımda güzel anılar…
“Her ölüm erken ölümdür” diyorlar. Ben annemin ölümünü tesadüfen öğrendim ve camiye zor yetiştim. O anları yeniden hatırladığımda tüylerim hala diken diken oluyor.
Anne olmak bir gözün gerçeklere bakarken, bir gözünle hayallere dalmaktır. Anne olmak, yumuşacık tuttuğun kalbinle her sıkıntıya dağ gibi durmaktır. Anne olmak, her türlü gürültüde evladın tek nefesini dahi duymaktır. Anne olmak, günah dolu dünyada işlenen en büyük sevaptır. Anne olmak, bahşettiği lütuftan dolayı yaradana yanaşmaktır.
Burada iki şairin şiirlerinden alıntı yapmak istiyorum. İlki sevgili dostum Şinasi Kula’dan:
“İçimde bir sızı var göğsümde büyür anne
Koskoca bir şehirde yalnızım yine anne
Kavgalardan küslüklerden, ikiyüzlü dostluklardan
Yalanlardan çalanlardan yoruldum artık anne
Bu şehir hüzün kokar, kaybolmuş tüm sokaklar
Hepimiz yıldız yıldız yalnızız yine anne
Kavgalardan küslüklerden, ikiyüzlü dostluklardan
Yalanlardan çalanlardan yoruldum artık anne”
İkinci şiirimiz de Güzelçamlı’da oturan değerli dostum Mehmet Fikret Ünalan’dan:
İlk üç mektubumda
Sana hep memleket hallerinden bahsettim annem
Belki de seni çok üzdüm endişelerimle.
Bugün biraz içini ferahlatmak istiyorum;
Kendimden ve mutluluğumdan söz edeceğim.
Eminim gülümseyeceksin oralardan.
Hani o sana çok benzettiğim gelinin var ya,
Nevin’le Milas'taki evi satıp,
Güzelçamlı'dan küçük bir ev aldık.
Penceresinden bakıldığında orman,
Hemen çaprazından deniz görünüyor.
Bilirsin ben denizin hastasıyım.
Onun için bu durum çok sevindirdi.
Her şey bununla bitmiyor tabi ki;
Evden çıkıp denize doğru yürüdüğümüzde,
Portakal bahçelerinin içinden geçiyoruz.
Bir de Ocak ayında bile açan papatyalar var.
Bu manzara Nevin'i çok mutlu ediyor.
O mutlu olunca ben de daha çok mutlu oluyorum.
Birlikte çok emek verdik bu eve anacım.
Ama değdi doğrusu.
Her şey o kadar güzel ki.
Gelinin durmadan bir şeyler yapmak istiyor.
Boş durmayı sevmez zaten.
Dedim ya, sana çok benziyor...
Denizin ters yönüne doğru yürüdüğümüzde ise,
Yürüme mesafesinde hani neredeyse beş dakikada,
Köyümüzün çarşısı ve pazar yeri var.
Sabah ezanı ile kalkıp, köy çarşısına inerek,
Fırından sıcacık simit almayı da çok sevdim.
Kahve alışkanlığım yoktur bilirsin.
Ama buradaki köy kahveleri başka.
Orada oturup bir bardak ada çayı içmek farklı bir zevk.
Ya da ne bileyim belki de bir türk kahvesi.
Burası göğün maviliği ile denizin maviliğinin buluşup,
Doğanın yeşili ile kucaklaştığı harika bir yer
Ve bir oksijen deposu.
Bilmelisin annem, burada o kadar mutluyuz ki.
Nasıl mutlu olmayalım ki?
Sırdaşımız deniz, huzur veren sesiyle
Yoldaşımız orman can veren nefesiyle yanı başımızda
Ve biz onlarla yaşamayı çok seviyoruz.
Bu defa birazcık gülümsettiysem seni ne mutlu bana,
Hep güzelliklerden söz ettim değil mi?
Ama özlemimi söylemeden geçemeyeceğim.
O dokuz yıldır hiç dinmedi ki zaten.
Sakın üzülmeyesin söylediklerime,
Görüyorsun bak ne kadar mutluyum yine de.
Hatta muzurluğum bile üstümde,
Şey bir de...
Seni çok, ama çok özledim anne…”
Sevgili anneciğim seni çok sevdiğim iki arkadaşımın şiirleriyle andım. Ani ölümünün ardından son anda yetiştiğim cenaze merasimini unutamıyorum. Dilimde İlyas Yalçıntaş’ın ‘incir’ şarkısı, hep seni anıyorum:
“Olacak şey miydi şimdi senin yaptığın
Onca işin gücün üzerine birde bu
Geçmiyor boğazımdan inanır mısın
Sen yokken ne ekmek ne de su
İncirler olana kadar kalsaydın bari
Beni böyle habersizce bırakıp giderken
Bavuluna beni de atsaydın bari…”
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.