Takip Et
  • 20 Ocak 2017, Cuma

Bir millet intihar ediyor!...

Gazetelerin üçüncü sayfalarını dehşetle izliyorum. Ölenler, öldürülenler, şehitler, onların gözü yaşlı yakınları… Bu yürek artık dayanmıyor. Acımız anlatılmayacak kadar büyük, içimiz yanıyor ciğerimiz kanıyor. Patlayan bombalar, günahsız insanların taranması…

Kendimi bildim bileli, birkaç klişe laf duyuyorum. Biri ‘iç ve dış düşmanlar’ lafı öteki de ‘memleket elden gidiyor’… İkisi de ilelebet doğru olabilir. Ama artık açıkça gördüğüm daha yeni bir şey var. Biz artık birbirimizi bile değil, kendimizi öldürüyoruz! Bir millet nasıl intihar eder, bunu görme noktasındayız… Artık memleketten, bu yaşadığımız hayattan kaçmak, başımı alıp uzaklara gitmek istiyorum. Kaplumbağaların ruh hali içindeyim. Evin yanında çek git! Bence kaplumbağalar aslen yeni zamanların üzgün ve çaresiz Türklerine model olsun diye öyle yaratılmışlar. Ben öyleyim. Artık bir birey olarak memleket üzerinde her birey kadar hak iddia etme imkanını ve ihtimalini kendimde ve çevremde göremiyorum. Kaybettiğimiz kanaatindeyim. Kaybedene de sessizce çekip gitmek yakışır.

 

YURT DIŞINA GİTMEK İSTEYENLER VAR

Son zamanların en fazla kamplaşılan konusu: Yurt dışında yeni bir hayat kurmak istemek…

Türkiye’den ayrılarak yurt dışında yeni bir hayat kurmak isteyenler bir yanda, ‘Defolun gidin vatan hainleri’ diyenler bir yanda

Yurt dışı planları yapan veya halihazırda başka ülkelere yerleşmiş ve uzaklardan kendi hayatını anlatanlar, burada ya “Ne güzel yapmışlar, keşke biz de yapsak” iç geçirmeleriyle. ‘Hiçbir yere gitmiyoruz kardeşim!” naralarıyla karşılaşıyor.

İki uçta bulunmama imkanı da var ama kimse bu seçeneği kullanmıyor. Bunun sebebi açık: Zamanın ruhu.

Türkiye’de zamanın ruhunda “Efelenme” var. Orta yol bulmacılık, uzlaşmacılık, anlayışla birbirinin halinden anlamacılık yok.

Her iki türlü düşüneni de anlamak lazım oysa.

Önce “Buradan gitmek isteyen''in vaziyetini düşünelim. Haklı mı, haksız mı siz karın verin… En iyi okullar da okumuş, iyi işler yapmak istiyor ama belirli bir siyasi eğilimi veya gruba bağlantısı olmadığı için sınavlarda “soruların cevapları verilen” kitlelerden olamamış. Çalışkan, akıllı ama liyakat ile çalışması gereken bir sistemde nereye baksa “bizim adamları doğru pozisyonlara yerleştirelim”cilik gördüğü için geleceğe dair bir umut hissedemiyor. “Olduğu kadar” diyor, üç-beş kuruşa talim oluyor.

Şimdi de çalışkanlığını, dürüstlüğünü bir değer olarak gören bir ülkede, bir şirkette hem kendine, hem ailesine hem de dünyaya daha faydalı olabileceğini düşünüyor ve gitmek istiyor. Kızabilir misiniz?

Ensesi kalın adamın oğlu-kızı değil, orta halli bir ailenin çocuğu imiş, devletin okullarında okumuş, kendi kendini idame ettirmeyi öğrenmiş.

 

İDEOLOJİ VE İNANÇ TEMELLİ SİSTEM

Üniversiteden sonra çalışmaya başlamış. Kısıtlı imkanlarla evlenip aile kurmuş, şimdi çocuk büyütüyor…

Özel okula gönderecek bir durumu yok, maaşlar belli elindeki tek seçenek devlet okulları.

Genel olarak eğitim konusunda dünyanın çok gerisinde olduğumuzu PISA sonuçları ortaya koymuşken, Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada iken… Ebeveynler, nitelikli eğitimden ziyade öğrencilerin ideoloji ve inanç temelli bir sisteme mahkum olduğunu, üstelik bu sistemin çocuğu “okuduğunu anlama” seviyesinde bir yere götürmeyeceğini gördüğünde… Üstelik iktidar sözcülerinin “dindar ve kindar” nesiller yetiştireceğiz dediğini duyduğunda… Bu koşullarda çocuk yetiştirmek ister mi? Kızabilir, kınayabilir misiniz?

Diyelim adam yaratıcı… Yaratıcı bir iş yapabilmesi için siyasi gündemden uzak durmalı, eleştiri yapmaktan, birilerini rahatsız etmekten kaçınmalı… Diyelim ki bir beyaz yakalı.

Her gün şehrin tam orta yerinden yani göbeğinden geçerek işe gidiyor. Bir bomba patlayacak diye ödü kopuyor. Patlamayacağının bir garantisi yok artık, periyodik olarak gerçekleşen bir saldırı, bu sefer onu vuracak diye korkuyor…

Gitmek isteyene kızabilir misiniz?

 

''BİZ BİR YERE GİTMİYORUZ KARDEŞİM''

Gidelim diğer “kamp”a yani “Biz hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız kardeşim”cilere…

İnsanın büyüdüğü, hücrelerine kadar sinmiş ülkesinden kopup gitmesi kolay mı zannediyorsunuz?

İnsan böyle bir cümle kurduğu anda bile özlüyor ülkesini. Bir arkadaşım anlatmıştı: “Uzun bir yurt dışı seyahatine çıktığımda, yolda küfürler sallayan minibüs şoförünü bile özlüyorum” diye.

Yani insan bir yere aidiyet hissettiğinde, esnasında onu “öldürebilecek potansiyeldeki'' kaosu bile özlüyor.

Buranın kokusunu, kirini, karmaşasını, haksızlığını, çirkinliğini bile özlüyor, bırakın cennet koylarını, güzel şehirlerini, güzel insanlarını… Mutsuzluk yaratan faktörleri bile özler hale geliyor.

“Biz bir yere gitmiyoruz kardeşim” sözleri buradan çıkıyor işte. Burada kalıp, güzellikleri artırıp memleketi daha yaşanabilir ve adaletli, özgür görmek isteyenlerin narası bir bakıma.

Öte yandan vatan sevgisi üzerinden gitmek isteyenleri oturduğu yerden “vuran” bir topluluk da var.

Burada patates çuvalı gibi yaşarken, “kahvehane analizleriyle memleket kurtaran” adam; yurt dışına taşınarak bir isim yapmış, bilimde, sanatta Türkiye’yi gururlandırmış insanları vatanını sevmemekle suçluyor örneğin. Buyrun buradan yakın…

Diyeceğim o ki pek çok insandaki yurt dışına taşınma arzusu ile burada kalıp yaşamak isteyenlerin esasında derdi aynı: “İnsanca yaşamak” Barış, dostluk içinde, hep birlikte, farklıklarımızla ve aynılıklarımızla birlikte insanca yaşamak.

Kavgaya lüzum yok aslında, amaç aynı. O yüzden bırakın kim nerede insanca hayat bulacağına veya yaratacağına inanıyorsa, orada yaşasın. Çok şey mi istiyorlar?...

Hepinize iyi hafta sonları Sevgili Denge okurları.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.