Siirtli Haluk,
Gölmarmaralı Aylin,
Tireli Hamiyet…
İkisi İstanbul’dan, biri İzmir’den yola çıkmış.
Ankara’da buluşmuşlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin koridorlarında görmüşler onları.
Ellerinde dosyalar, kapı kapı dolaşmışlar.
Dilencilik yapmışlar.
Af dilemişler, adalet istemişler.
İktidara da gitmişler, ana muhalefete de, yavru muhalefete de…
Üçü de kendileri için bir şey istememiş.
Tayin, terfi istememişler.
İhale istememişler.
Kendilerine çelme takanları, yan gözle bakanları şikayet etmemişler.
Ne istemişler?
Adalet…
Herkes için adalet istemişler.
50 yıl bu ülkenin başına bela olmuş, kundaktaki bebeği öldürmüşler affedilecekse, “kader mahkumları da affedilsin” demişler.
Her üçünün de şahsi af talepleri yok.
Cezaevinde dışarı çıkmayı bekleyen aile bireyleri, bir yakınları yok.
Özellikle son 10-15 yılda, çeşitli nedenlerle bozulan adalet terazisinin tamir edilmesini istemişler.
Taleplerini gerekçelendirdikleri dosyaları, genel başkanların, milletvekillerinin ellerine tutuşturmuşlar.
Bu, ilk defa yaptıkları bir şey de değil.
Daha önce de defalarca kez bu taleplerini, nezaket çerçevesinde dile getirmişler.
Oluşan yeni atmosferde, gönüllü olarak temsil ettikleri kitlenin sesini bir kez daha haykırmışlar, en yetkili isimlere hem sözlü, hem yazılı olarak iletmişler.
Sonuç ne olur, bilmem…
Bildiğim bir şey var ki; Türkiye’nin birçok alanda olduğu gibi, yargı alanında da bir resetlenmeye acil ihtiyaç olduğudur.
Bugünlerde kürsülerden açıklamalar yapılırken, oraya buraya heyetler giderken, ikisi Egeli Yörük kadını, biri Kürt genci bu üç dilencinin ‘af dileği’ daha masumdur, daha gerçekçidir ve daha zaruridir.
Olur mu?
Af edersiniz ama adil bir yaşam için olmalıdır.
Amasız, fakatsız ve hemen…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.