Çukur, ağzına kadar pislik dolu...
Sen de içindesin, ben de…
İkimiz aynı anda çıkamıyoruz.
Biri, diğerine omuz vermeli.
Önce çıkan, diğerine el uzatmalı.
Kurtuluşun tek formülü bu...
Bize uzanacak başka dost eli de yok…
Düşmüşüz bir kere, bu boklu çukura.
Çıkacaksan, bas omzuma.
Önce sen kurtul.
Ben katlanırım bir süre daha bu pis kokuya…
Cesaretin yoksa pislikten kurtulmaya, bari fesatlıktan kurtul.
Boş yere ağlayıp sızlama.
Gölgeni de çek önümden
Lütfun da senin olsun, ihsanın da...
Ben kararlıyım buradan çıkmaya.
Önceki gibi, sakın ola yine tutma paçamdan…
İnancımla, azmimle buradan çıkacağım.
Çıkar çıkmaz, sana elimi uzatacağım.
Sen yeter ki, ağzını sıkı kapa.
Dışındaki bu pislik, daha da kirletmesin içini…
Takkesiz keline de dikkat et, kargalar delmesin.
Kargaları görüp, akbabalar da gelmesin.
Anlaşıldı, sen yine bırakmayacaksın paçamı.
Öyleyse, bir süre daha katlanacağız bu pis kokuya.
Sen yine de, sakın kapılma korkuya…
Kara bulutların ardındaki ışıltıyı görüyor musun?
Biraz sabredersen, o bizim kurtuluşumuz olacak.
Bu çukurun üstüne de, elbet güneş doğacak…
Buharlaştıkça çukurdaki sıvı, tezekler oluşacak.
Üst üste yığıp, basamak yapacağız onları.
Yine de başaramazsan, sana omuz veririm.
“Hiç değilse birimiz, bu pislikten kurtuldu” derim…
Paçanı toplama, senin gibi asılacak değilim.
Çukurda kalsam da, kurtuluşuna sevinirim.
Ama yeter ki, sen bir karar ver.
Buradan çıkalım mı, yoksa hepten çökelim mi?
Ben sadece bunu bileyim…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.