Takip Et

Bilimin kalesinde özgürlük sınavı

Üniversiteler… Bilginin, düşüncenin, özgürlüğün yuvası olması gereken yerler. Farklı görüşlerin çarpıştığı, çeşitliliğin zenginlik sayıldığı, aklın ve adaletin hüküm sürdüğü mekânlar. Ne var ki, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde yaşanan son olay, bu idealin henüz tam anlamıyla gerçekleşmediğini bir kez daha gösterdi.

Bir akademisyenin, öğrencileri arasında başörtülüleri istemediğini açıkça söylemesi, yalnızca bir ayrımcılık vakası değil, aynı zamanda bilim ahlakına, insan haklarına ve toplumsal barışa yönelik ciddi bir tehdittir. Üniversite, herkesin eşit olduğu, inançların ve kimliklerin korunduğu bir alan değilse, orada bilimin de özgürlüğün de yaşama şansı yoktur.

Öğrenci topluluklarının yaptığı basın açıklaması, olayın yalnızca bir bireyin haksız tutumu olmadığını, aksine köklü bir zihniyet sorununu işaret ettiğini gösteriyor. Açıklamada yer alan “Başörtüsü Allah’ın emridir, aşağılanamaz” ifadesi, meselenin özünü ortaya koyuyor: Bu, bir tercihten öte, inancın bir gereğidir. Kimsenin inancına müdahale etmeye hakkı olmadığı gibi, kimseyi bu yüzden aşağılamak da kimsenin haddine değildir.

Gelin bir an için bu akademisyenin mantığını sorgulayalım. Başörtülü öğrencileri fakültede istemediğini söylüyor. Peki, kimin fakültede olması gerektiğine karar verme yetkisini nereden alıyor? Eğer bir akademisyen bugün öğrencileri başörtüsünden dolayı dışlıyorsa, yarın başka biri de sakallı, şalvarlı, kot pantolon giyen veya belli bir etnik kökenden gelen öğrencileri istemediğini söyleyebilir mi? İşin içine bir kez ayrımcılığı sokarsanız, onun sınırlarını belirleyemezsiniz. Bugün başörtüsünü hedef alan bir zihniyet, yarın başka bir grubu ötekileştirmekte sakınca görmeyecektir.

Üniversitelerin ruhu özgürlüktür. Farklı düşünceler, inançlar, yaşam tarzları bir araya gelip yeni fikirler üretebildiğinde, gerçek anlamda bir üniversite ortamı oluşur. Tek tip öğrenci hayali kuranlar, tek tip düşünen bir nesil yetiştirme peşinde olanlar, aslında bilimin özüne de, akademinin onuruna da zarar veriyorlar. Eğer üniversiteler herkes için değilse, o zaman kim için varlar?

Başörtüsü yasağının kaldırılmasının üzerinden uzun yıllar geçti. Artık bu tartışmaları geride bırakmamız, eğitimi ve akademiyi bu tür sığ ideolojik hesapların malzemesi yapmamamız gerekiyor. Ancak görüyoruz ki, bazı kafalar hâlâ eski defterleri karıştırıyor, toplumda yeni çatışmalar yaratmanın peşinde koşuyor. Oysa geçmişin yaralarını kaşımak yerine, geleceğe nasıl daha özgür, daha adil, daha kapsayıcı bir üniversite bırakabileceğimizi konuşmamız gerekmez mi?

Türkiye bir hukuk devleti. Anayasa, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alıyor. Başörtülü öğrencilerin eğitim hakkı, tıpkı diğer öğrenciler gibi korunmak zorunda. Bir akademisyen, anayasal hakları yok sayarak, öğrencilerini inançları nedeniyle hedef alıyorsa, yalnızca bireysel bir hata yapmıyor; aynı zamanda hukuku, insan haklarını ve akademik etiği de çiğniyor.

Öğrencilerin bu haksızlığa sessiz kalmayarak ortak bir açıklama yapmaları çok kıymetli. Onlar, üniversitenin sadece bazıları için değil, herkes için var olduğunu, akademik özgürlüğün bir ayrıcalık değil, bir sorumluluk olduğunu hatırlattılar. Eğitim hakkı kimsenin insafına bırakılamaz.

Üniversitelerimizi bilimle, saygıyla ve adaletle inşa etmeliyiz. Farklılıklarımızı tehdit olarak görmek yerine, onların bizi daha güçlü kıldığını kabul etmeliyiz. Başörtülü ya da başörtüsüz, hepimiz aynı sıralarda, aynı hayallerle, aynı geleceğe yürüyoruz. Hiçbir akademisyenin, hiçbir ideolojinin, hiçbir yasakçının bu ortak geleceğe gölge düşürmesine izin vermemeliyiz.

Çünkü gerçek özgürlük, herkesin kendisi olabildiği yerde başlar. Ve üniversiteler, özgürlüğün en çok hissedildiği yerler olmalıdır. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.