Hani bir atasözümüz var ya, “Umut, fakirin ekmeği” diye, bizler de zengin toprakların fakir evlatları olarak, Aydın için umudumuzu hep koruduk.
Bazen karamsarlığa, hatta Aydın’ın Yunanistan’a bağlı olduğu hissine kapıldığımız da oldu.
Kahraman Efeler’imizin kanlarıyla, canlarıyla bize emanet bıraktığı, “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” diye tabir edilen bu toprakların, halen gizli bir işgal altında olduğuna dair emareleri görüp, yaşayıp, hissetsek de, bir gün hepsine birden “Hadi ülen!” diyebileceğimiz umudunu ve cesaretini hiç kaybetmedik.
Bu güzel topraklar, asırlardır seçilmişlerin hainliklerine çok şahit oldu, olmaya da devam ediyor.
Seçilmişler kadar, atanmışların da yan gelip yattığı, gününü gün ettiği günler yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.
Daha dün, memleketin evladı bildiğimiz, sahiplendiğimiz, hasbelkader makam ve mevki sahibi olmuş kıçı kırık zibidilerin, işini gördükleri şirketleri, ilişki içinde oldukları sivil toplum kuruluşlarını, hatta kaymakamları haraca bağladığına tanıklık ettik, utandık.
Devleti yüceltmesi gerekirken küçülten bizim yerli hainler bunu yapıyorsa, başkaları ne yapmaz ki?
Geçen hafta, Aydın Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nün çalışmalarından övgüyle bahsetmiştim. “Az bile yazmışsın. Şunu da, bunu da yapıyorlar” diyen dostlara, katkıları için teşekkür ediyorum.
Anladım ki, benimle aynı hissiyatı yaşayanların, olup biteni takip edenin, gösterileni değil, görülmesi gerekenleri görenlerin sayısı, düşündüğümden daha fazlaymış. Umutlarım yeşerdi…
Söz umuttan açılmışken;
Kendisini Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne tayin olduğu günlerde tanıdım.
Benim için sıradan, mesleğimizin bir akademisyeniydi.
Akademya ile haşır neşir olmayı da pek sevmem. Zaten kendileri de, istisnalar hariç birer soğuk nevaledir.
Ama o farklıydı...
Yaklaşım tarzı, iletişim biçimi sıradan bir akademisyene benzemiyordu.
Kimliğiyle, kişiliğiyle, yaşam tarzıyla, ne yeyip ne içtiği ile hiç ilgilenmedim.
Fakat ADÜ İletişim Fakültesi’ne ve dolayısıyla üniversiteye, mesleğimize ve Aydın’a faydalı olabileceğine tüm kalbimle inandım.
Gözleri fıldır fıldır etmiyor, beynindeki neyse diliyle de onu söylüyor, mütevazi ve beyefendi bir kişiliğe sahip genç bir akademisyen…
Mahmut Tuncer’in oğlu olduğunu bile, kendisini tanıdıktan 2-3 yıl sonra öğrendim. “Aydın’ın evladıyım” derken, annesinin Germencikli olduğunu kastettiğini de...
Pek bilinmese, duyulmasa da, kendisiyle kamu yararına güzel işler de yaptık. En basitinden, İletişim Fakültesi’ne bir stüdyo kazandırdık, derslerin uygulamalı hale gelmesini sağladık.
Bir gün duydum ki, Umut Tuncer Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü olmuş.
İki kere “Eyvah!” dedim.
Birincisi, İletişim Fakültesi’nde en verimli olacağı bir dönemde bu olur muydu?
İkincisi, bürokraside 6 ay sonra diğerlerine benzer, bir değer yok olur gider endişesiydi.
Öyle olmadı. Yanılttı beni.
Pandemi koşullarının en ağır olduğu dönemde, Aydın turizmde rekor üstüne rekorlar kırdı.
Aydın’daki arkeolojik kazıların sayısı, tarihinde hiç olmadığı kadar arttı.
Avrupa ve dünya basınında Aydın’ın turizm ve kültür potansiyelinden rekor düzeyde bahsedilmesini sağladı.
Neredeyse hiç makamında oturmadı.
Öğleden önce Afrodisaias’taysa, öğleden sonra Didim’deydi.
Turizmin tüm paydaşlarıyla içli dışlı bir ilişki tesis etti.
Arkeolojik kazıları yapan hocaları ve ekiplerini sürekli motive etti.
Ha, bu arada yanı başındaki kültür hırsızlarıyla da, Aydın’ın turizmini baltalamaya çalışan çakallarla da mücadele etti.
Klasik bir bürokrat olmadı, yan gelip yatmadı.
Kovid-19’a yakalanıp izolasyonda olduğu günlerde bile, hem ekibini hem kurumunun paydaşlarını çalıştırdı, sektörü canlı tuttu.
Kendisine atılan taşları da, bir iletişimci ustalığıyla ve misliyle iade etti.
Aydın’da ilk kez, devlet eliyle bir Yörük Toyu düzenledi.
Son olarak ne mi yaptı?
Aydın Kültür Merkezi’nde sahnelenen oyunda yer alan ve salonun tuvaletlerinin durumunu sosyal medya hesabından eleştiren bir kadın tiyatro sanatçısını İstanbul’da ziyaret ederek gönlünü aldı ve onu 2 günlük tatil için Aydın’a davet etti.
Kendisi salon adamı olmadığı, sürekli arazide bulunduğu için, kurumunun bir birimindeki bu nahoş duruma tepki gösteren sanatçının ayağına giderek, Aydın’ın itibarının ve imajının zedelenmesinin önüne geçti.
Şimdi bu genç adama “Aydın’ın evladı” denmez de, ne denir?
Aydın’ın çalınan, yok edilen onca kaynağı, parası, değeri için, üstelik failler burunlarının dibindeyken savcısı, hakimi, bürokrasisi hala kılını dahi kıpırdatmazken, Aydın’ın itibarı zedelenmesin diye çaba gösteren bu genç akademisyenin, Aydın için dertlenen bürokratın anlından öpülmez de ne yapılır?
Karamsar olma Aydın; Umut hep var ve var olmaya da devam edecek.
Zalimler istemese bile…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.