Takip Et
  • 13 Mart 2025, Perşembe

BAZEN SÖZE GEREK YOKTUR...

Sosyal bir varlık olan insan, bu özelliği sebebiyle başta kendi türüyle olmak üzere canlı-cansız diğer bütün varlıklarla iletişim halindedir. İnsanoğlunun iletişimde kullandığı en önemli yöntem ise konuşmaktır...

Konuşmak insan sağlığı ve mutluluğu için olmazsa olmaz ihtiyaçlardan biridir. Tek başına yaşayan insanların bazen kendi kendilerine konuştuklarını görmemiz bu sebeptendir...

Konuşmak ağızla yapılan sesli bir eylem olarak bilinse de, iletişim için mutlaka sesli konuşmaya ihtiyaç yoktur. Bazen gözler, yüzler, eller, beden ve kalp konuşur, kısacası hâl konuşur...

Hâl ile konuşmak, akıldan geçenin, yürekten dilenenin dillendirilmeden karşı tarafça anlaşılması ve karşı tarafın da durumun gerektirdiği şeyleri kendiliğinden yapması veya söylemesinden başka birşey değildir.

Eskiler "Lisân-ı hâl lisân-ı kâlden entaktır" demişler. Yani hal ve tavırlar konuşmaktan çok daha fazla tesirlidir...

Gözler halin en güzel anlam bulduğu organlardır. Bazen sayfalar dolusu bir yazının ya da saatlerce yapılan bir konuşmanın anlatamadığını sadece bir bakış anlatır. Bir bakış hayat kurtarır, bir bakış da can alır. "Bir bakış bir bakışa neler neler anlatır, bir bakış bir bakışı senelerce ağlatır" sözü, gözün tesirini en güzel anlatan sözlerden biridir.

Mevlana der ki;

"Gerek yok her sözü laf ile beyana,

Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana"

...

"Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da bunlar olmaksızın seninle konuşayım"...

Unutmamak gerekir ki, dil yalan söylese de gözler asla yalan söylemez...

Bazen halini anlatmak için uzun uzun konuşmaya gerek yoktur. Kalpten kalbe bir köprü kurulmuşsa, artık lafa fazla hacet kalmaz. Tıpkı şu yaşanmış hikayede olduğu gibi;

Yıl 1963 ...

Cem Karaca bir gün İstiklâl Caddesi'nden aşağı doğru yürümektedir. Karşıdan da kendisi gibi zayıfça, sakallı ve uzun saçlı, giyim kuşam olarak da yine kendisi gibi oldukça marjinal birisi gelmektedir ki, bu gelen Barış Manço'dur. İkili o zamana kadar birbirlerinin varlığından haberdar ve birbirlerini merak etmektedirler ama bir türlü tanışmak nasip olmamıştır. Barış Manço da kendisine benzeyen Cem Karaca'yı fark edince, ikili birbirlerine yönelir, karşı karşıya gelince dururlar ve aralarında şu diyalog geçer:

Barış Manço: O sen misin?

Cem Karaca: O benim de, sen O musun?

Barış Manço: Ben de O'yum...

Barış Manço ile Cem Karaca arasında yaşanmış bu hikaye ancak gerçek dostluklarda yaşanabilen bir durumdur ki, gerçek dostların iletişiminde lafa çok fazla gerek yoktur...

Yaşadığımız çağın ve insanlığın en büyük sorunlarından biri hâlden anlamamaktır. Cahit Sıtkı Tarancı "Gün Eksilmesin Penceremden" isimli şiirinde “Ne doğan güne hükmüm geçer / Ne hâlden anlayan bulunur…” derken tam da bu sorunu dile getirmektedir.

Gerçekten de;

Dünya üzerindeki kaosun en büyük sorumluları, hâlden anlamayan ve asla empati kuramayan yöneticiler değil midir?

Bir sürü çalışan, çok sevdiği işini onu asla anlamayan yöneticisi veya işvereni sebebiyle terk etmiyor mu?

Küçücük çocuklar lisan-ı halleriyle, ailelerinin başarı konusunda kendilerine aşırı baskı yaptığını, kendilerinin daha çocuk olduklarını anlamadıklarını, oyun oynamak istediklerini veya sevilmeyi beklediklerini haykırmıyorlar mı?

Büyük bir aşkla evlendiği eşinden “beni anlamıyor” diye ayrılanların ise haddi hesabı yok...

Hâlden anlamak hal dilini bilmeyi, insanların görünümlerine bakmak kadar içlerine de bakmayı gerektirir. Birinin üzüntüsünü, sevincini ya da öfkesini kolaylıkla anlayabilirsiniz de, hal dilini bilmeden iç dünyasını asla anlayamazsınız. İşte bu nedenle Mevlana "Aynı dili konuşmak değil, aynı duygulara sahip olmak karşınızdakiyle anlaşmanızı sağlar” diyor...

Osmanlı zamanında havanın soğuk olduğu bir günde, bir adam evinin penceresinden dışarıyı seyrederken sokaktan geçmekte olan yoğurtçunun sesini duyar ve eşine "Hanım koş bir kap getir de yoğurt alalım" der. Hanımı, "Yeni mayaladım, evde yoğurt var, ihtiyacımız yok" deyince, adam;

- Bizim ihtiyacımız yok, ama yoğurtçunun ihtiyacı var ki bu soğukta bu sokaktan üçüncü geçişi" diye cevap verir.

Hâl dilini bilip hâlden anlamak işte tam da budur...

Bunun dışında bir de “hemhal olmak” vardır ki, "halden anlayıp karşındakinin derdiyle dertlenmek" anlamına gelir. Onun için ise kırk fırın ekmek yemek lazımdır...

Son söz;

Bize bir bakışımızdan her şeyi anlayan, gecenin bir yarısı kendimizi kötü hissettiğimizde bunu hissedebilen dostlar lazım...

Hâlden anlayanlara rastgelmeniz dileği ile;

Esen Kalın... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.