Takip Et
  • 28 Mayıs 2020, Perşembe

MABEDİME NAMAHREM ELİ DEĞDİ...

Minareler süngü, kubbeler miğfer,

Camiler kışlamız, müminler asker,

Bu ilahi ordu dinimi bekler,

Allahu Ekber, Allahu Ekber...

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, 10 ay hapis cezasına çarptırılarak siyasi yasaklı haline gelmesine sebep olan yukarıdaki dizeleri Siirt'te okumasının üzerinden tam 23 yıl geçti.

Ceza kararını veren Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin gerekçesi ise, "Türk Ceza Kanunu’nun 312/2 maddesi hükmüne muhalif olarak, halkı din ve ırk farkı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçunu işlemek" olarak kayıtlara düşüldü.

1997 yılında, güya bağımsız bir mahkeme tarafından verilen bu karar, ülkemiz mahkemelerinin itibarını sarsan ve ifade özgürlüğüne vurulmuş büyük bir darbe olarak hafızalarımıza kazınmıştı. Çünkü kim olursa olsun, eyleme dönüşmediği müddetçe ve uygun zeminlerde olmak kaydıyla fikrini söylemekte özgürdür.

Tayyip Erdoğan, o gün okumuş olduğu şiir ile bir nevi fikrini ifşa etmiş, muhafazakar kimliğini ortaya koymuş ve camilerin İslam inancına sahip olanlar için kutsal mekanlar olduğunu tekrarlamıştır. Şiirin sözleri kendisine ait olmadığından, "Tekrarlamıştır" ifadesini özellikle kullandığımı belirtmek isterim.

Şiirin sözleri bazılarına göre Ziya GÖKALP'e, bazılarına göre ise başka birine aittir. Sözleri kime ait olursa olsun, içerik ve mana olarak Müslümanların inanç ve görüşlerini ortaya koymaktadır. Yani, müslümanların ibadethaneleri olan camilerin, Müslümanlar için kutsal mekanlar olduğunu belirtmektedir. Tıpkı Hristiyanlar için kliselerin ve Yahudiler için de sinagogların kutsal mekanlar olduğu gibi.

İşte Müslümanların kutsal mekanları olan camilere, henüz kimlik ya da kimlikleri belli olmayan kişiler tarafından geçen hafta İzmir'de tacizde bulunuldu. Yani, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazanda, Müslüman mabetlerinin göğsüne malesef nâmahrem eli değdi.

Merkezi ezan sistemine sızan provokatörler, Konak, Karşıyaka, Çiğli ve Buca ilçelerindeki bazı camilerin frekansına korsan bir şekilde sızarak, cami hoparlörlerinden İtalyan partizan marşı olarak bilinen ve zamanla komünist ve devrimci grupların da marşı haline gelen Çav Bella'yı çaldılar.

İçinizden, "Efendim, ne var bunda? Onlar da bir şekilde kendilerini ifade ediyorlar; tıpkı Tayyip Erdoğan'ın şiir okuduğu gibi" diyenleriniz olabilir.

Böyle düşünenlerin elma ile armudu karıştırdıklarını söylemem gerekir. İki örnek birbiriyle kesinlikle uyumlu değil. Birincisi, siyasetçi birinin bir miting meydanında kendini ifade etmesi, diğeri ise bir Yahudinin Müslüman mahallesinde salyangoz satması olayıdır.

Elbette ki hepimiz  konuşan bir Türkiye’yi savunuyoruz. Fikirlerin özgürce ifade edilebildiği ve tartışılabildiği bir ülkenin daha demokratik olduğuna inanıyoruz. Fakat, hiç bir zaman gidip de Hindu mahallesinde inek boğazlamıyoruz. Böylesi davranışların topluma maliyetinin olacağına inananlardanız. Bu tür davranışlar toplumu germekten başka hiçbir işe yaramaz.

Benim kanaatime göre, İzmir'deki olay provakatif bir olaydır. Zaten son zamanlarda buna benzer hadiselere sıkça rastlanır oldu. Sanırım bir yerlerden gene düğmeye basıldı ve bilinçli olarak toplum gerilmeye çalışılıyor. Olayın geçtiği yerin İzmir olması da bu açıdan manidardır.

Bazen her sakalliya hoca demenin diyetini ödüyoruz. Mesela, Alparslan Kuytul denilen bir müptezel, koronavirüs sebebiyle kapalı olan camileri ve bayramda sokağa çıkma yasağını din düşmanlığı olarak nitelendirdikten sonra, kendi vakfı olan Furkan Vakfındaki öğrencileri ayaklandırıp polisle çatışmaya dahi sokabildi.

Bütün bu provakatif olayları bir yere kadar anlayabiliyorum; it itliğini, kurt kurtluğunu yapıyor. Fakat, bir partinin yönetici pozisyonundaki bir üyesinin, sosyal medya hesabından minarelerden Çav Bella çalınmasına ilişkin görüntüleri paylaşması ve paylaşımlarına müzik notalarını eklemesini hiç mi hiç anlayamıyorum.

Bu yönetici kadın, ya tam da provakatörlerin istediği gibi provake oldu da bu paylaşımları yaptı, ya da zihniyetini beyan edecek uygun ortam bulunca kendini ele verdi. Gerçi böylelerinin zihniyetlerini anlamak için bir olayın peydah olmasına da gerek yok; herkes herşeyi biliyor zaten. Böyleleri en fazla üç gün düzgün görünürler, dördüncü gün kendilerini ele verirler. Ne demişler, "Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine tükürdüğüm cinsine çeker"

Uyanık olmak lazım; özellikle de mukaddesatımıza saldırdıranlara karşı. Provakatörler tekrar iş başındalar. Bu nedenle her olayı aklı selimle değerlendirip, atılan oka değil oku atan parmaklara dikkat etmemiz lazım. Sosyal medyadaki paylaşımlarla galeyana gelip yanlış yollara sapmayalım. Herşey göründüğü gibi olmayabilir.

Her sakallıya hoca denilemeyeceğini çoktan öğrenmiş olmamız gerektiğini düşünüyorum. Aksi taktirde, başka 15 Temmuzların tekrar yaşanmayacağını kim garanti edebilir...

Esen Kalın... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.