Bugünlerde Türkiye'nin de dahil olduğu pek çok ülkede "Dubai Çikolatası" çılgınlığı yaşanıyor. Hemen hemen her yaş grubundan milyonlarca insan Dubai Çikolatası satın alıp tadına bakma peşinde. Künefe, fıstık kreması ve çikolata kaplamasından oluşan bu üründen satınalmak için bazı lüks semtlerdeki dükkanların önünde uzun kuyruklar oluşmakta. Yıldızı parlayan Dubai çikolatasına olan aşırı rağbet, zaten yüksek olan Antep fıstığı fiyatlarını extradan yüzde 30 daha yükseltmiş vaziyette.
Öte yandan, toplum adeta Dubai Çikolatası yiyenler ve yemeyenler olarak ayrışmış vaziyette, söz konusu çikolatadan yiyen bazı aklı evveller ise kendilerini bir üst statüde görmekteler. Kısacası, bugünlerde Dubai Çikolatasını yemeyenleri adeta dövüyorlar...
Şimdi gelelim meselenin sosyolojik ve psikolojik boyutuna;
"Parlayan Nesne Sendromu (Shiny Object Syndrome (SOS)" terimini hiç duymuş muydunuz?
Bu terim, insanların yeni bir fikre ya da nesneye gereğinden fazla ilgi göstermesi, onun yerini alabilecek yeni bir şey ortaya çıktığında ise ilgilerini derhal daha yeniye yöneltmeleri durumunu ifade eder; tıpkı mevcut oyuncağı iyi olsa bile, her zaman daha iyisini isteyen çocukların durumu gibi. İşte Dubai Çikolatası çılgınlığında yaşanan sendrom da tam olarak budur...
Teknolojinin gelişip sosyal medyanın yaygınlaştığı çağımızda, kişilerin bu sendroma kapılmamaları neredeyse imkansız gibi. Özellikle, çevresel uyarıcılara karşı hassasiyeti olan ve odaklanma sorunu yaşayan kişiler, başkalarına göre bu sendroma daha kolay kapılabilmekteler.
Öte yandan, Parlayan Nesne Sendromunun olumsuz etkileri en çok da iş ortamlarında görülür. Bu sendromu yaşayan kişilerin verimlilik ve başarı oranlarında kayda değer düşüşler gözlenir...
Ne yazık ki çağımızda her an yeni ve farklı bir şey parlatılmakta, çoğu insan da parlayan nesnelerin çekiciliğine kapılmaktalar. Örneğin, hayatında bir gün bile köyde yaşamayan ve köy hayatının sıkıcı olduğunu söyleyen biri, köy resimleri paylaşmanın moda olmasından sonra bir anda köy sevdalısı oluveriyor. Doğuya karşı önyargısı olan ve Doğuya gitmeyi asla çekici bulmayanlar, Doğu Ekspresi ile seyahat etmek moda haline gelince bir anda Doğuya gitme sevdasına tutuluyorlar. Anne ve babalarını huzur evine gönderenler, herkes paylaştığı için, anneler gününde sosyal medyadan boy boy annelerinin resimlerini paylaşıyor ve uzun uzun anne güzellemesi yapıyorlar. Bu örnekleri sayfalar dolusu uzatmak mümkün olsa da, meramı anlatmak için sanırım bu kadarı kafidir...
Gelelim başka bir söz üzerinden Dubai Çikolatası ve diğer parlayan nesneleri tahlil etmeye;
Eminim ki Shakespeare'in Venedik Taciri oyununda geçen "Her parlayan şey altın değildir" sözünü duyanlarınız vardır. Bu söz, zahirde değerli görünen ve altın gibi parlayan şeylerin çoğu zaman aldatıcı olabileceği fikrini güzel bir metaforla ifade etmektedir. Öte yandan bu söz, oldukça mütevazı görünen bir şeyin, aslında onu çok değerli kılan bir öze sahip olabilme ihtimalini de dikkatimize sunmakta...
Malum olduğu üzere son zamanların parlayan nesnesi Dubai Çikolatası ile ilgili pek çok olumsuz haber de yazılıp çizilmeye başlandı.
Yazılanlara göre, ülkemizde üretilen çikolataların üretiminde, Avrupa Birliği tarafından içerisinde bol miktarda aflatoksinli, yani çürük ve küflenmiş ürün bulunduğu gerekçesi ile iadesi yapılan Antep fıstıklarınnın kullanıldığı ifade edilmekte. Bu haberlerden anlaşıldığı kadarıyla birileri bir taşla birden fazla kuş vurmanın peşinde. Bu vicdansızlar hem Avrupadan geri dönmüş sağlığa zararlı Antep fıstıklarını Dubai Çikolatası üretiminde kullanarak değerlendirmekteler, hem de ihracat yoluyla bile kazanamayacakları büyük kazançlar elde etmekteler. Bu açıdan bakıldığında, son günlerin parlayan nesnesi Dubai Çikolatası'nın altın mı yoksa teneke mi olduğuna varın siz karar verin...
Şimdi içinizden bazıları, "İyi hoş diyorsunuz da, moda diye trene binmeyelim mi, doğuya gitmeyelim mi, tarihimizi ve kültürel çeşitliliğimizi yerinde görmeyelim mi? Herkesin tadına baktığı Dubai Çikolatasının tadına biz de bakmayalım mı? vs" gibi sorular sorabilirler. Elbette ki bunları yapmanıza hiç kimse karışamaz. Esas mesele birşeyi sırf parlatıldı diye değil, gerçekten değerli, faydalı, gerekli olduğu için kabul etmek, satın almak ve benimsemektir. Bize yakışan, moda olmasını beklemeden Kars, Muş gibi illerimizdeki maddi ve manevi zenginliklerimizi gidip görmek, sadece anneler gününde değil her gün anne ve babamızı sevip saymak, evlatlık görevlerimizi yapmak, doğayı ve çevremizi her daim korumak ve kollamaktır. Aksi takdirde, lazer ışığının peşinde koşan kedi gibi boş boş oradan oraya koşuşturur, yorgunluktan, zarardan ve doyumsuzluktan başka birşey kazanamayız...
Son söz;
"Desinler" diye yaşamanın külfeti ağırdır. "Desinler" diye yaparsan, denmeyince üzülürsün...
Esen kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.