Takip Et
  • 3 Mayıs 2018, Perşembe

BALKANLARDAKİ TÜRK İZLERİ...

Merhaba Sevgili Okurlarım,

Geçen haftaki yazımda da belirttiğim üzere, iki hafta önce Balkanlardaki iki dost ülke olan Makedonya ve Kosova'yı ziyaret etme imkanım oldu. Araya erken seçim kararı girince, geçen hafta bu gezilerle ilgili olarak yazamamıştım. Bu nedenle bu haftaki yazımın konusu, ülkemizle karşılaştırıldıklarında kuruluşları oldukça yeni, yüzölçümleri küçük ve nüfusları çok az olan bu ülkelere ilişkin olacaktır.

 

Gezimizin ilk durağı Makedonya'nın başkenti Üsküp (Skopje) oldu.

Üsküp, 500 yıldan fazla Osmanlı hükümdarlığı altında bulunmuş bir şehir. Osmanlının izlerini şehrin her yerinde görmek mümkün. Özellikle, Çarşı olarak bilinen bölge, çok büyük ölçüde Türk izleri taşırken, burada bulunan dükkanlar, camiler, sokaklar ve esnaf, yıllar sonra bile Osmanlıdan kalma bir havayı ciğerlerinize çekme fırsatı veriyor. Dükkanlarda satılan yiyecekler, tatlılar, hediyelikler ve kıyafetler sizi adeta bir zaman tünelinden geçirip, yüzlerce yıl öncesine götürüyor. Burada yabancı dile ihtiyaç yok. Çünkü, her adım başında, Türkçe konuşan bir kişi ya da gruba rastlamak gayet sıradan bir hadise. Binaların Türk kimliklerine, her köşebaşında var olan ve küçük minareleriyle adeta kadim birer dostu hatırlatan camiler şehadet ediyor. Bu camilerdeki kalabalık cemaati görünce, Türkiyedeki boş camiler geliyor insanın aklına. Ve ister istemez, Fuzuli'nin olduğunu sandığım şu sözler dökülüveriyor dillerde;

 

"Ol mahiler ki derya içredür, deryayı bilmezler"

(O balıklar ki, denizde yaşarlar, denizi bilmezler)

Çarşı bölgesinin hemen bitişiğinde, tamamen farklı bir kültüre sahip olan, Makedon Meydanı var. Bu iki bölge, birbirlerinden bir nehirle ayrılıyor. İsmi Vardar Nehri olan bu nehir üzerinde birçok köprü mevcut olmasına karşın, bu köprülerin en güzeli, bir Osmanlı eseri olan Taşköprü. Bu köprüden geçtiğinizde, Makedon ve Hristiyan kültürü ile buluşmuş oluyorsunuz. Meydan, birçok devasa heykelle donatılmış. Bu heykellerin oldukça suni ve zevksiz olduklarını söylemek abartılı olmaz. Edindiğim bilgiye göre, bu heykellerden Makedon halkı da çok rahatsızmış. Hatta bunlara ödenen yüksek paraların, ülke ekonomisine büyük yük oluşturduğu ve bu durumun hükümetin başını yiyeceği konuşuluyor.

 

Üsküp'teki bir günlük ziyaretin ardından, ertesi gün Makedonya'nın en önemli tatil beldesi olan Ohri'ye geçtik. Ohri, Avrupa'nın en eski ve en derin gölü olan Ohri Gölünün kenarında kurulmuş ve Arnavutluk sınırında bir yerleşim birimi olup, kentin nüfusu ağırlıklı olarak Arnavut ve Makedonlardan oluşmakta. Ohri'deki üçüncü kalabalık nüfusu ise Türkler oluşturuyor.. Kent, tarih boyunca birçok medeniyetin egemenliği altında kalmakla birlikte, kent içerisinde Türklerden kalma birçok eseri bulmak mümkün. Burada da, adım başı Türkçe konuşan birine rastlamak beni oldukça mutlu etmişti. Kentte, Osmanlılardan kalma 10 cami ve bir adet tekke olmasına karşın, bu küçük yerleşim birimi aynı zamanda Avrupadaki en çok kiliseye sahip yerleşim birimlerinden biridir. Öyle ki, kentte yam 40 adet kilise bulunmaktadır.

 

Gezimizin üçüncü gününde karayoluyla Kosova'ya geçtik. İlk gün Kosova'nın başkenti Priştina'yı gezip dolaşma imkanımız oldu. Kentte görülebilecek yerleri yürüyerek gezmek en iyi seçim. Çünkü, burada da bir Türk bölgesi var ve hemen hemen bütün tarihi eserler bu bölgede yer almakta. Osmanlının damgasını bu bölgede fazlasıyla görebiliyorsunuz. Ecdadımız öyle eserler bırakmış ki, Sırpların birçok eseri yok etmelerine rağmen hala pekçok Osmanlı eseri dimdik ayakta ve fiilen kullanılıyor.

 

Priştine'de rehberimiz bizi bir müzeye götürdüğünde, Kosova ile ilgili öğrenmem gerekenlerin büyük bir bölümünü oracıkta öğreniverdim. Müze çok küçük ve sade olmasına rağmen, savaş ve Kosova tarihi ile ilgili olarak sergilenen materyaller çok dikkat çekiciydi. UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) askerlerine ait üniformalarda yer alan Amerikan ve UÇK bayraklarını görünce rehberimize gayri ihtiyari olarak, "Amerika sizin için neyi ifade ediyor?" diye sordum. Aldığım cevap herşeyi ortaya koyuyordu;

 

 

Kosova için ABD neredeyse herşey demekti. Sırplara karşı yaptıkları bağımsızlık mücalesinde onlara silahlı olarak destek veren ilk ülkeydi mesela. Türkiye ABD'den tam bir ay sonra gitmişti onlara yardıma. Kosova'nın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke gene ABD olmuş. Tabi bütün bunlar olunca, Kosovalılar da doğal olarak Amerikalılara karşı minnet duygusu içerisindeler.

 

Gelgelelim kazın ayağı hiç te öyle değil. Her ülkede yaptıkları gibi, Amerikalıların Kosova için yaptıkları karşılıksız değil elbette. Amerika, bu ülkese kurduğu devasa üsler ve yapılar sayesinde hem Kosova'yı hem de diğer komşu ülkeleri gözlemekte ve kontrol altında tutmakta. Kosovanın neredeyse her adımı, her kurumu ve siyasi figürü Amerikanın müsadesi ve onayına tabi. İşte durum böyle olunca, FETÖ terör örgütünün Kosovada neden bu kadar rahat ve etkin olduğunu kolaylıkla anlayabiliyorsunuz.

 

Kosovadaki gezimizin son gününde, her tarafı Osmanlı kokan ve ülkemizdeki Amasya ilini andıran Prizren'e geçtik. Taş döşeme sokakları, Osmanlı'dan kalma camileri ve binaları, şehrin ortasından geçen akarsuyun üzerindeki köprüler ve daha birçok unsurlarıyla,  Prizren'de gezerken eski bir Osmanlı şehrinde dolaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Üç tarafı dağlarla çevrili olan şehirde, 37 tane cami, 3 Ortodoks kilisesi ve 1 tane de Katolik klisesi bulunmakta. Ziyaretimizin Cuma gününe denk gelmesi sebebiyle, Cuma namazımızı şehrin en büyük camisi olan ve ismi Ak Nehir olarak ta bilinen Bistrica Nehrinin hemen kenarında yer alan Sinan Paşa Camiinde eda ettik. Camide vaaz ve hutbenin hala Türkçe olarak icra edilmekte oluşuna şaşırdım doğrusu. Namaz sonrasında cemaat bize yakın ilgi göstererek ikramlarda bulundu. İnanın kendimizi evimizde gibi hissettik.

 

Sevgili Okurlarım,

Aslında bu iki ülke ile ilgili olarak daha birçok şeyi anlatabilirim. Ama köşemin sınırları daha fazlasına izin vermediğinden, bu kadarla yetiniyorum. Benim tavsiyem, imkanı olan dostlarımın bu ülkelere ve hatta bütün balkanlara gidip görmeleridir. İnanın bana, orada yaşayan soydaşlarımız ve diğer Müslümanlar bizlerden çok fazla birşey istemiyorlar. Oraları unutmamamız, imkanımız ölçüsünde sahip çıkmamız, dertleriyle ilgilenmemiz ve nihayet ziyaretlerde bulunmamız onlar için büyük moral kaynağı olacaktır. Unutmayınız ki, sen sahip çıkmazsan birileri sahip çıkacaktır.

 

Hepinizi muhabbetle kucaklıyorum,

Esen kalın sevgili okurlarım. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.