Kuzunun biri pırıl pırıl bir dereden su içerken, av peşinde koşan aç bir kurt derenin yukarısından çıkagelmiş.
Öfkeyle, "Vay!" Sen kim oluyorsun da, benim suyumu bulandırıyorsun? Bu hadsizliğinin cezasını ödeyeceksin!" diye kuzuya bağırmış.
Zavallı kuzu, "Aman efendim, kızmayın da bir bakın ben nerdeyim. Nasıl olur da ben sizin suyunuzu bulandırabilirim? Siz derenin yukarısındasınız ve akıntı sizden bana doğru geliyor" diye cevap vermiş.
Kurt, hiddetini artırarak, "Onu bunu bilmem ben, bulandırıyorsun işte, o kadar. Hem dahası da var, sen geçen yıl bana küfretmişsin" diye bağırmış.
Kuzu, "Nasıl olur efendim, ben geçen yıl dünyada bile yoktum, baksanıza daha süt kuzusuyum" demiş.
Bu defa kurt, "Sen değilsen kardeşindir, ukala" diye çıkışmış.
Kuzu, "Kardeşim yok ki size küfretsin" diye cevap verince, kurt "O halde sizinkilerden biridir, işiniz gücünüz beni çekiştirmek. Çobanlar ve köpekler bana herşeyi anlattılar. Artık size haddinizi bildirme zamanı geldi" deyip, zavallı kuzuyu oracıkta parçalayıvermiş.
Şimdi gelelim bu hikayedeki aktörlerin günümüz dünyasındaki karşılıklarını bulmaya;
Mesela, kurt size birilerini ya da bazı ülkeleri hatırlatıyor mu?
Bana Amerika'yı, İngiltere'yi, Fransa'yı, ya da İsrail gibi emperyalist ülkeleri ve onların zalim idarecilerini hatırlatıyor. Mesela, Trump denen kızıl suratı hatırlatıyor...
Olay mahalli olarak ise, hemen Irak, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve nihayet Venezuela aklıma geliyor
Zavallı kuzu ise, nedense saydığım ülkelerin halkları ve onların meşru yöneticilerini hatırlattı bana.
Neden mi?
Çünkü, başta Amerika ve onun kızıl suratlı başkanı Trump olmak üzere, dünyadaki emperyalist ülkeler ve liderler de, aynen hikayedeki kurt gibi davranıyorlar da, onun için.
Emperyalistlerin göz diktikleri ve zulüm yaptıkları ülkeler değişse de, davranış biçimleri, hiç değişmeden hep aynı kalıyor.
Bu arada, bu modern sömürgeciler öyle rastgele her ülkeye saldırmazlar. Göz koydukları ülkelerden mutlak menfaatleri olmalı. Mesela göz koydukları ülkelerde, zengin maden ve petrol kaynakları olmalı, ya da stratejik açıdan önemli bir yerde bulunmalıdırlar. Ya da bu ülkeler, kendileri için ekonomik ya da askeri manada tehdit oluşturan ülkelerden olmalı.
Peki, bütün bu sebeplerin varlığı, başka ülkeler için de aynı hakkı, yani bu zavallı güçsüz ülkelere göz koyma hakkını verir mi?
Elbette vermez. Çünkü, her ülke kendi toprakları ve varlıkları ile bağımsız bir şekilde yaşama hakkına sahiptir. Ama bu kural zalim ve güçlü ülkelere işlemez. Onlar kendilerini dünyanın efendisi olarak görürler; herşeyi yapma ve elde etme hakkına sahip ülkeler ve kişiler olarak görürler. Bu nedenle de başka ülkelerin kaynaklarına, hiç düşünmeden göz koyarlar. Tıpkı hikayedeki kurt gibi...
Peki, bu emperyalistler göz koydukları ülkelere direk mi saldırırlar? Tabi ki hayır.
Önce, kibarca o ülkenin kaynaklarından pay ve yöneticilerinin de kendilerine itaat etmelerini isterler. Kendilerine itaat edilirse ne ala; ama itaat edilmezse yavaş yavaş yıpratma politikasına başvururlar.
"Yöneticileriniz anti-demokratik ve gayri meşru" diyerek halkı kışkırtırlar. Yöneticiler aleyhine yolsuzluk ve diktatörlük suçlamalarında bulunurlar. Ülkeyi ekonomik olarak kuşatıp, güçsüz hale getirmeye çalışırlar. Başka ülkelerle yüzyüze getirip, yalnızlaştırma politikası uygularlar. Bunların ötesinde, şeytanın bile aklına gelmeyecek daha bir sürü oyunlar ve düzenler kurarlar. Mesela, Irak'ta Saddam'a yaptıkları gibi, "Ülkende kimyasal silah var, bu durum insanlık için tehdit oluşturuyor" derler. Kuzey Afrikadaki ülkelerin yönetimlerini anti demokratik ilan ederek, güya demokrasi adı altında "Arap Baharı" getirirler.. Ama aslında peşinde oldukları şey, sözlerini dinlemeyen yöneticileri alaşağı edip, kendilerinin kuklası olacak adamları yönetici olarak başa getirmektir. Bu suretle de, o ülkelerin yönetimlerini ele geçirip, kaynaklarını sömürürler. Bu emperyalistler bazen, menfaatleri doğrultusunda, göz koydukları ülkeleri paramparça ederler. Tıpkı Sudan'ı, Irak'ı ve Libya'yı parçaladıkları gibi...
İşin komik ve garip tarafı da şudur;
Bütün bu haltları yiyen utanmaz emperyalistler, yaptıklarını "demokrasi ve barış getirme" kılıfına büründürürler. Oysa, mesela demokrasi ile yönetilmeyen Suudi Arabistan'a hiç dokunmazlar. Çünkü, bu gibi ülkelerin başında zaten kendi adamları vardır ve onlar üzerinden ülkeyi istedikleri gibi sömürmektedirler. Bu ülkelerin sahip oldukları petrolün önemli bir bölümünü kendilerine aktarırlarken, kukla yöneticileri bu sömürüye asla ses çıkarmazlar. Halk ise, güya şeriat kanunları altında, zaten kuzuya çevirilmiş durumdadır.
Petrol zengini Suudi Arabistanın anti-demokratik yönetimine ses çıkarmayan ve hatta kollayan Amerika, bugünlerde bir başka petrol zengini ülke Venezuela'ya göz dikmiş vaziyette. Seçilmiş ve meşru Devlet Başkanı Maduro üzerinden ülke yalnızlaştırılmaya çalışılmakta ve halk açlığa mahkum edilmek iatenmektedir. Bütün bunlar olurken, Maduro'nun meşruiyetini kaybettiği ve diktatör olduğu yalanı ortaya atılmakta, halk yönetime karşı isyana teşvik edilmektedir. Çünkü Maduro Amerika'nın dediklerini yapmamış ve ülkeyi emperyalistlere teslim etmemiştir.
ABD'nin yaptıkları bununla da kalmamış, ülkedeki muhalif lider Guaido'nun öncülüğünde ordunun içerisinden bir kısım askerler vasıtasıyla darbe girişiminde bulunmuştur. Yani, damokratik olduğunu söyleyen ABD, anti demokratik usullerle başka bir ülkenin iç işlerine karışıp, meşru iktidarını devirmeye kalkışmıştır. Üstelik, gerçekleştirdiği darbe girişiminin adını da "Özgürlük Operasyonu" koymaktan hiç utanmamıştır.
Tıpkı, FETÖ vasıtasıyla 15 Temmuzda Türkiyede yaptıkları darbe girişiminde, "Yurtta Sulh" bildirisi okutmaları gibi...
ABD'nin Türkiye senaryosu ile Venezuela senaryasu o kadar bir birine benziyor ki, darbe girişiminin olduğu gece güya Maduro ülkeden kaçmak istemiş, ama Rusya onun kaçmasına mani olmuştur. Zihinlerimizi biraz kurcaladığımızda, aynı şeyleri 15 Temmuz gecesi Tayyip Erdoğan için söylediklerini hatırlarız.
ABD'nin başarısız darbe girişimlerinin öncesinde ve sonrasında ise, ülke yönetimlerini zor durumda bırakacak şekilde, suni ekonomik krizler ortaya çıkarmak sıradan bir durumdur. Bunu, Venezuela'da da yaptılar, Türkiyede de...
Bana göre, emperyalistlerin aynı oyunlarına maruz kalmış bir ülke olarak, en başından beri Venezuela'nın yanında yer alan Türkiye, bu tutumunu sonuna kadar sürdürmelidir.
Venezuela'daki darbe girişimi hakkında Türkiye'nin takındığı tavrı, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan şu sözlerle ifade etmiştir:
"Darbelerle mücadele etmiş, darbelerin yarattığı olumsuz sonuçları yaşamış bir ülke olarak, Venezuela'daki darbe girişimini kınıyoruz. Tüm dünya Venezuela’da halkın demokratik tercihlerine saygı duymak zorundadır.”
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.