Öyle bir içecek hayal edin ki, sevinçte kederde, hastalıkta sağlıkta, sıcakta soğukta, kısacası neredeyse her vesileyle içilsin. Hiç sanmam ki dünyada çaydan başka böyle bir içecek olsun...
Şairlere ilham veren, derviş sohbetlerine tat katan, sevinçleri artıran, dertleri azaltan, yorgunlukları dindiren, hastalara şifa veren, yolculara yoldaş, yalnızlara haldaş, üşüyenlere sıcaklık, yananlara ferahlık, misafirlere ikram olan, pek nadir bir içecektir çay...
Çay, öyle kolayca söylenip geçilecek bir içecek olmayıp, içecekten çok daha ziyade anlamlar taşır...
Ne diyor Serdar Tuncer;
Çay deyip geçme!
Edebiyatı var,
Evveliyatı var,
Muhabbeti var...
Çay bizden biridir; kimsecikler olmasa bile, sadık bir dost gibi, her istediğimizde yanıbaşımızdadır...
5000 yıllık bir geçmişe sahip olan çay, ülkemizde de olduğu gibi, tüm dünyada en fazla içilen ve içme alışkanlığı gittikçe de artan şifa kaynağı bir bitkidir.
Peki, çayın tesadüfen bulunan bir içecek olduğunu bilenleriniz var mı?
Latince adı Camellia Sinensis olan çay, ilk defa Milattan Önce 2737 yılında, Çin İmparatoru Shen Nung tarafından, kaynayan suya çay yapraklarının düşmesi sonucu, tesadüfen bulunmuştur. Düşen yapraklarla suda oluşan farklı renkteki karışımın aroması ve tadı beğenildiğinden, önce Çin’de, daha sonraları da tüm dünyada yaygın olarak tüketilen bir içecek haline gelmiştir.
Araştırmalara göre, sudan sonra Dünyada en fazla tüketilen içecek olan çay, başta Hindistan, Çin, Sri Lanka, Japonya ve Tayvan olmak üzere, yaklaşık 30 ülkede yaygın olarak yetiştirilen bir bitkidir. Belirtmeliyim ki, ülkemiz de dünyadaki sayılı çay üreticileri arasındadır
Dilerseniz, şimdi de çayın ülkemize geliş hikayesinden kısaca bahsedelim;
Anadolu topraklarında çay içme alışkanlığı 1600'lü yıllarda başlamış olmasına rağmen, Çin'den getirilen fidan ve tohumlar ile, Türkiye'de çay üretimine yönelik ilk girişim 20 nci yüzyılın başlarında Bursa bölgesinde gerçekleştirilmiş, ancak, ekolojik koşulların uygun olmaması nedeniyle başarılı sonuçlar elde edilememiştir.
Daha sonraki yıllarda Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ekolojik koşullarının çay üretimine elverişli olduğuna dair hazırlanan bir rapor üzerine, 1924 yılında başta Rize olmak üzere, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki bazı şehirlerde çay yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu bölge, Türkiye’nin günümüzdeki çay ihtiyacını karşıladığı gibi, ihtiyaç fazlası çayı da ihraç edebilir konumdadır.
Edindiğim bilgilere göre Türkler, Anadolu’ya göç etmeden önce Orta Asya’da çayla tanışmışlardır. 12 nci yüzyılda Kazakistan’da yaşayan büyük Türk şair ve mutasavvıfı Hoca Ahmet Yesevi’nin çay içen ilk Türk olduğu söyleniyor. Rivayete göre Hoca Ahmet Yesevi, misafir olduğu bir Türkmen komşusunun evinde kendisine ikram edilen sıcak çayın kendisindeki yorgunluğu giderdiğini farkedince, “Hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar” diye dua etmiştir.
Hoca Ahmet Yesevinin, çayın yorgunluk gidermekten başka faydasının olup olmadığı hususunda fazla bilgisinin olduğunu zannetmiyorum. Ancak, yapılan araştırmalar, çayın sağlık açısından pek çok faydasının bulunduğunu ortaya koymuştur.
Özellikle yeşil çay, antioksidan özelliğinin fazla olması nedeniyle, siyah çaya göre daha faydalıdır.
Hem yeşil hem de siyah çay, sebze ve meyvelerde de bulunan flavonoidler bakımından zengin olduklarından, başta koroner kalp hastalıkları ve çeşitli kanser türleri olmak üzere, artirit, antiviral ve antiinflamatuar hastalıklara karşı koruyucu ve kemik yoğunluğunu düzenleyici etkilere sahiptirler.
Osmanlı kültürüne şifalı bir ot olarak giren çayın, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren tiryakileri ortaya çıkmaya başlamış, bunun sonucunda da müşterilerine sadece çay ikram edilen ve içerisinde hoşça vakit geçirilen çayhane isimli mekanlar türemiştir. O dönemde, münevverlerden külhanbeylerine kadar neredeyse herkes bu çayhanelerde buluşarak hoşça sohbetler ederlermiş. Pek çok şair ve yazar, içilen çaylar eşliğinde, en güzel şiirlerini ve yazılarını bu mekanlarda kaleme almışlardır...
Güzel bir çayın nasıl hazırlanması gerektiği hususundaki tarifler muhteliftir. Fakat, hangi usulle hazırlanırsa hazırlansın, güzel bir çayın nasıl olması gerektiği konusunda kesin bir mutabakat vardır. Hatta bu hususta şiirler bile yazılmıştır ki, bunlardan birinde şöyle denilmektedir;
Çay kadehte dide-efrüz olmalı,
Lebriz ü lebreng ü lebsüz olmalı...
Yani;
Çay, cam bardakta göz kamaştıracak kadar parlak, bardak dudak değecek kadar dolu, çayın rengi dudak renginde ve dudağı yakacak derecede sıcak olmalı.
Bazıları bu tarife;
"Ve mutlaka leb-saz olmalı" diye bir ekleme yapıp, iyi bir çayın ağızda hafif buruk bir tat bırakması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Bir başka şair de, en güzel sohbetlerin çay eşliğinde yapılan sohbetler olduğunu işaret etmek maksadıyla;
Es-sohbetü bi'la çay,
Kes'semai bi'la Ay...
demiştir.
Yani, çaysız sohbet Aysız gökyüzüne benzer...
Dervişler, zinde ve uyanık tuttuğu için çayı çok severlermiş. Hatta sırf bu nedenle olsa gerek, bu kıymetli içeceğe "Derviş çorbası" diye isim bile takmışlar...
Gene denilir ki, çayın haddi (yani sınırı) yoktur;
1 çay beyhude, 2 çay faide, 3 çay kaide, iç 4'ü at derdi, madem çıktın 5'e, sür git 15'e...
Her ne kadar sınır yok dense de, günde 6-7 bardaktan fazla çay içmenin sağlık açısından zararlı olduğu bilinmelidir.
Dostlarınız ve sevdiklerinizle, çay eşliğinde ve çay tadında nice güzel muhabbetlere...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.