Takip Et
  • 25 Ekim 2019, Cuma

EVDEKİ ÖTEKİ ODA...

Çok iyi bir sinema müdavimi olmasam da, fırsat buldukça film izlemeyi severim. İzleyeceğim filmler konusunda seçici davranır, bana birşeyler katacağına inandığım filmleri izlemeye çalışırım. Diyebilirim ki, bugüne kadar izlediğim filmlerden bende en çok iz bırakanı, Çağan Irmak'ın senaryosunu yazdığı, 2005 yapımı "Babam ve Oğlum" filmidir.

Ege'deki çiftlikten gazetecilik okumak için ayrılan Sadık'ın, yıllar sonra oğluyla beraber yeniden çiftliğe dönüşünün hikayesinin anlatıldığı filmdeki baba-oğul ilişkisinin üzerimde bıraktığı etki hala dün gibi tazedir.

Filmde, yıllar önce birbirlerine küsen Hüseyin Ağa ile oğlu Sadık'ın, yıllar sonraki buluşmalarında yaşananlar insanın içini acıtan cinstendir.

Bir yanda, babasının kendisini affetmesini bekleyen Sadık; diğer yanda ise, öfkesinden oğlunu yok sayma çabasında olan, fakat babalık duygusuyla bunu bir türlü başaramayan  Hüseyin Ağa'nın mücadelesi film boyunca sürer gider.

İzlediğim bu film, aslında gerçek hayatta var olan sayısız baba-oğul ilişkisinin güzel bir örneğini sergilemektedir.

Erkeklik gururuyla donanmış, birbirlerine bir soluk kadar yakın, fakat aynı zamanda bir yıldız kadar uzak iki birey...

Yazılı metinlerde, babalar hakkında yazılmış fazla methiye bulamazsınız. Çünkü, anneler ile kıyaslandığında, babalar çocuklarının gözünde ikinci planda kalmış bireylerdir.

Bir başka deyişle babalar, en kutsal varlıklar olan annelerin gölgesinde kalan gizli kahramanlardır...

Çocuklara "Anneni mi, yoksa babanı mı daha çok seversin?" gibi saçma bir soru soracak olursanız, cevap genellikle "İkisini de çok severim" olmasına karşın, aslında çocuklar annelerini bir başka severler. Çünkü, babalarla kıyaslandığında, anneler de çocuklarını bir başka sever. Bu sevgi, annelere Allahın bahşettiği özel bir duygudur. Yani, anne sevgisi her zaman cepte kekliktir...

Biz babaların duyguları ise değişken ve kendilerine özgüdür. Babalar olarak biz, annelere göre daha şartlı severiz. Bu nedenle de, ne yaparsak yapalım, çocuklarını kayıtsız şartsız seven annelerin sevgisinin yanına bile yaklaşamayız.

Bütün bu gerçeklere rağmen, çocukların yetişmesinde babaların da en az anneler kadar önemli bir rol oynadıkları asla unutulmamalıdır. Özellikle ruh sağlığı yerinde çocukların yetişmesinde, babaların rolü yadsınamaz.

Anne ile sevgiyi ve güvenmeyi öğrenen çocuklar, babaları ile de toplumsallaşmayı öğrenirler. Babalar, söz ve tavırlarıyla hem ev içinde, hem de dış dünyada çocukları için bir rehber görevi üstlenirler.

Küçük yaşlardaki çocuklar, babanın anneye karşı olan sevgisini kıskanıp annesinin tek sevdiği olmak isterler. Hatta, annelerine olan sevgilerinden dolayı babalarının onları cezalandıracağını bile düşünürler. Biraz daha büyüyüp bilinçlendiklerinde ise, babalarının da onları sevdiğini fark edip, babaya yakınlaşmaya başlarlar. Artık onlar için baba, koruyucu vasfa sahip çok güçlü bir kahramandır.

Bu bağlamda, baba ile oğul ilişkisine bir göz atalım isterseniz;

Her oğul, doğmadan babasının rüyası, doğduktan sonra da dünyasıdır.

Erkek evlat çocukluktan çıkıp delikanlılık evresine geldiğinde; baba, "Oğlunun kendi istediği gibi olmadığına", oğul da, "Babasının kendisini anlamadığına" dair hayıflanmaya başlar ve bu iki birey gitgide birbirlerine yabancılaşırlar.

Bu devrede baba, ruhundan bir parça olan oğlunun kendinden uzaklaşan siluetiyle hasret gidermekle yetinir.

Oğlu büyüdükçe, dünyadaki en yakın yoldaşıyla yolları artık ayrılmaktadır.

Eve geç gelen, ve hatta bazı geceler arkadaşlarında kalmaya başlayan oğul için, evde bile olsa, artık ayrı bir dünya vardır. Görüşmeler ayaküstü (ve çoğu kez evin holünde) kısa cümlelerle yapılmakta ve istekler telefon mesajlarıyla iletilmektedir. Aynı sofraya oturup beraber yemek yeme fırsatı bir türlü doğmamaktadır.

Öteki oda, oğulun evin içindeki dış dünyası haline gelmiştir artık.

Öteki odaya çekilen ve internetin derinliklerinde, boş verilmiş bir dünyanın labirentlerinde kaybolan oğul ile babanın mesafesi gitgide açılmaktadır.

Yani, yol arkadaşlığı, aynı evde yaşayan iki tanıdığın ilişkisine dönüşmektedir. Yine de her oğul, en fazla babası kadardır...

Bazen sevgilerini belli etmeseler, ya da sevmeyi beceremeseler de, aslında babalar oğullarını çok severler. Kırgın da olsalar, gurur da yapsalar, sevmekten asla vazgeçmezler. Çünkü oğul, babasının can yoldaşıdır...

Uykusuz geceler, her türlü kapris, kompleks ve kibire karşı sabır göstermeler, hep oğul içindir.

"Erkek çocukların annelerine, kız çocukların ise babalarına daha düşkün oldukları" gibi bir genel kanı var olsa da, bu durum babanın oğluna olan sevgisini asla etkilemez. Çünkü, özellikle Anadolu'nun kırsal kesimlerindeki anlayışa göre, oğul babanın neslini devam ettirecek olan yegane kişidir. Bu nedenle, o yörelerdeki her babanın rüyası, bir erkek evladına sahip olmaktır.

Kaleme aldığım bu yazı ile, sevgi bakımından çocuklar arasında bir ayırımın taraftarı olduğum manası çıkartılmasın. Cinsiyetine bakılmaksızın, her çocuk ailesi için çok değerlidir. Benim vurgulamak istediğim husus, sevgi konusunda baba-oğulun durumunu ortaya koymaktan ileri gitmemektedir.

Konunun özeti şudur;

Bazen bir anne gibi sevgilerini gösteremeseler de, babalar oğullarını sever, hem de çok sever...

Esen Kalın...

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.