Ermenistan ve Azerbaycan arasında Kafkasya'nın güneyindeki Dağlık Karabağ bölgesinde başlayan çatışmalar bir haftayı aşkın bir süredir devam ediyor. Öncekilerle kıyaslandığında, bu defaki çatışmalar daha büyük ölçekli ve neredeyse savaş boyutuna ulaşmış vaziyette. Fakat görünen o ki, bu kez Ermenilerin işi oldukça zor.
Bu hafta sizlerle, tarihsel süreçte sıkı ilişkilerimizin bulunduğu Ermeniler hakkında konuşmak istiyorum.
Kimdir bu Ermeniler?
Osmanlıda kimlere sadık millet (millet-i sadıka ya da teb'a-yı sadıka) denilmiştir?
Ermeni soykırımı diye birşey var mıdır? Ya da gerçek katliam ve soykırımcılar kimlerdir?
İşte bu haftaki yazımda, özet olarak bu ve benzeri soruların cevaplarını bulacaksınız.
Tarih araştırmacısı Yalçın Toker'in "Milli Mücadelede İç İsyanlar ve Son Ermeni Olayları" isimli kitabında yazılanlara göre, Ermeniler'in tarih sahnesine ilk çıkışları MÖ. 6. Yüzyılda Urartu’lar bölgesinde olmuştur. Kurdukları devletin Romalılar tarafından yıkılmasından sonra asırlarca Arap, Moğol, Bizans zulmü altında yaşayan Ermenileri Bizans’ın zulmünden 1066 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan kurtarmıştır. Ermeniler, 1453’te İstanbul’un fethinden sonra Fatih'in izni ile ilk patrikhanelerini kurabildiler. Fatih Sultan Mehmet Kırım’ı fethedince, Kefe’den göç eden Ermeniler’i Edirnekapı'ya, Karaman’dan göçenleri de Samatya'ya yerleştirdi. Varlıklarını Fatih’e borçlu olan Ermeniler, o tarihten sonra yalnız İstanbul’da değil, ülkenin her yerinde hiçbir ayırıma tabi tutulmaksızın, huzur içerisinde hayatlarını sürdürdüler. Çok iyi Türkçe konuşan, Türk yemekleri yiyen ve Türk müziği dinleyen bu toplumun bireylerine, devlet bünyesinde çok önemli makamlar verildi. Doktorluk, ticaret, ithalat işleri, altın ticareti ve sarraflık gibi önemli mesleklerde hegemonya Ermenilerin elinde idi. Askere gitme mecburiyetleri olmadığından, yıllarca askerlik yapan Türklere göre daha zengin hale gelmişler ve savaşlar nedeniyle fakirleşen Türkler Ermenilerin işyerlerinde çalışarak karınlarını doyurur hale gelmişlerdi.
Ermeniler, Devlete olan bağlılık ve sadakatlerini uzun yıllar sürdürmüşler ve bunun karşılığı olarak da hem devlet hem de milllet olarak Türklerden gereken saygı ve sevgiyi de görmüşlerdir. O kadar ki, Osmanlı zamanında Ermeniler için Millet-i sadıka (ya da teb’a-i sadıka) tabiri kullanılmaya başlanmıştı.
Peki, ne oldu da bu kadar dostane ve iç içe yaşayan iki milletin arasına kara kedi girdi?
Osmanlı Devleti’nde ilk Ermeni meselesi, 93 Harbi denilen Türk-Rus Savaşı döneminde patlak verdi.
Harbin başladığı günlerde “Hepimiz Osmanlıyız” diyerek Rusya’yı kınayan ve hatta Rusya’ya karşı savaşmak üzere orduya gönüllü yazılan Ermeniler, daha sonraları Balkanlar'dan esen Yunan, Bulgar ve Sırp milliyetçilik rüzgarlarının etkisinde kaldılar. Söz konusu milliyetçilik rüzgarları ve Hristiyan batı devletlerinin kışkırtmalarının da etkisiyle, Doğu Anadolu’da Ermenilerin hainlikleri alıp başını yürüdü. Hatta Osmanlı Ordusundaki Ermenilerden, silahları ile birlikte Rus Ordusuna katılanlar oldu.
Bölgedeki Ermeniler de Van’da, Erzurum’da kurulmaya başlayan Ermeni cemiyet ve örgütlerinin yönlendirmeleriyle Rus Ordusuna casusluk, yol göstericilik ve ispiyonculuk yaparak, Rusların Anadolu içlerine ilerlemelerine hizmet ettiler.
O dönemde kurulmaya başlayan pek çok Ermeni bağımsızlık örgütünden ilkinin ismi neydi biliyor musunuz?
"Hınçak Partisi" idi. Türkçe karşılığı “intikam” olan bu örgütün amacı, terör ve işçi eylemleri ile ülkede gerginlik yaratarak Türkiye’nin doğusunda bir Ermeni devleti kurmaktı. Nitekim bu hain örgüt, başta İstanbul olmak üzere ülkemizdeki pek çok şehirde kanlı eylemlere imza atmıştır.
Ermeniler hainlikte o derece ileriye gittiler ki, Harp sonunda İstanbul’da Ayestefanos’a (Yeşilköy) kadar gelen Rus Ordusunun subaylarını Ermeni Patriği Nerses karşıladı ve misafir etti.. Hatta onlardan, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulması yönünde yardımcı olmalarını rica etti.
Tıpkı, yıllarca Türklerle iç içe yaşayan Rumların Kurtuluş savaşı sırasında Yunanlılar'la işbirliği yapmaları gibi, 93 Harbi sırasında Rus ve İngilizlerle işbirliği yapan Ermenilerin günümüze kadar uzanan hainlik ve mel’anetleri saymakla bitmez.
Yine, 21 Temmuz 1905 tarihinde ve Cuma selamlığı sırasında Abdülhamid’e bomba atıp öldürme teşebbüsü, Ermeni Taşnak Komitesince gerçekleştirmiştir. Tarihe Yıldız Suikasti olarak geçen bu olayda Padişah kılpayı ölümden kurtulmuştu.
Geçmişte Osmanlı’nın sadık tebası olan bu hain topluluk, bugün de malesef her fırsatta Türklere olan düşmanlığını sergilemekten geri durmuyor.
Yunanlılarla propaganda işbirliği, silah kaçakçılığı, ASALA tarafından Türk diplomatlara yapılan suikastler, Cumhuriyet devrinde Ermenilerin gerçekleştirdikleri Türk düşmanlığı örneklerinden sadece birkaçını ifade etmektedir.
Ermenilerin gerçekleştirdikleri sayısız katliam ve ihanete rağmen, işin en komik tarafı ne biliyor musunuz?
Bu hain millet, olanca pişkinlik ve aymazlıklarıyla Türklerin kendilerine soykırım uyguladığını iddia ediyor. Yani, katil öldürdüğüne katil diyor. Pes doğrusu...
Oysa ki, tarih sahnesine çıktıkları ilk dönemlerden beri soykırımlara, kıyımlara, katliamlara ve sürgünlere uğrayanlar hep Türkler olmuştur. Zulüm, işkence ve soykırım fikri, hiçbir Müslüman Türkün aklından asla geçmez, geçemez...
Tarih boyunca Ermeniler tarafından öldürülen bir milyondan fazla Türk, kimin katliamcı ya da soykırımcı bir millet olduğunu açıkça göstermektedir. Böyleleri için söylenecek en iyi söz, "Hem kel, hem fodulsunuz" olur...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.