Şükürler olsun ki bir Ramazan Ayını daha bitirip, buruk da olsa, Bayramı idrak ettik. Pandemi nedeniyle getirilen sokağa çıkma yasağının da etkisiyle, bu sene Ramazan oruçlarımızı tutmakta pek fazla zorlanmadık.
Bizler güzel ülkemizde ve huzur içerisinde Ramazanı idrak ederken, ne yazık ki zalimler de boş durmadılar. Bunlardan biri olan İsrail Devleti, Ramazan ayının sonlarına doğru o bilindik senaryosunu ortaya koyarak, Kudüs'te gene Müslüman kanı akıttı.
İsrail polisi, 7 Mayıs akşamı teravih namazı sırasında Mescid-i Aksa'daki cemaate ses bombaları ve plastik mermilerle müdahale ederek, kutsal mekanda katliam yaptı. Daha sonraki günlerde de devam eden saldırı ve katliamlarda, bu güne kadar her yaştan ve cinsiyetten yüzlerce insan yaralandı ve şehid oldu.
İsrailli güvenlik güçlerinin kirli postallarıyla girdikleri camide işledikleri fiiliyatın ve çoluk çocuk demeden yüzlerce masum insanı öldürmelerinin elbette ki tasvip edilir hiç bir yanı yok. Bu nedenle de en ağır şekilde tepki gösterilmeli, müdahale edilmeli ve yaptıkları yanlarına kar kalmamalıdır. Menfur olaya ilk tepki Türkiye'den geldi. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, mezkur olaylara karşı bir an evvel harekete geçilmesi hususunda uluslararası camiaya çağrıda bulundu.
Pek çok İslam ülkesi, uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşu, öyle ya da böyle, İsrail'in zulmüne karşı tepkilerini ortaya koydular. En büyük tepki, sosyal medya üzerinden paylaşımda bulunanlardan geldi. Telkin, isyan, dua ve beddua içeren bu paylaşımlardan pek çoğu ise Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya kuruluşları tarafından engellenip ilgili hesaplar cezalandırıldı. Çünkü, yapılan paylaşımlar Siyonist patronları rahatsız etmişti...
Kudüs ve Gazze'de işlenen insanlık dışı vahşete karşı gösterilen tepkilerde, dikkatimi çeken bir şey oldu. Milyonlarca sağduyulu insan tarafından yapılan paylaşımlar ve yorumların çoğundaki hedef, hatalı olarak Yahudiler'di. Burada, Kuran'ı Kerimde lanetlenen Yahudileri masum gösterecek değilim. Fakat, yapılan saldırıların faili olarak bütün Yahudileri suçlayıp uluslararası arenada haksız duruma düşmekten de kaçınmak gerekmektedir. Zira, olayların faili olarak bütün Yahudileri suçlamak yerine, İsrail Devlet yönetiminde söz sahibi olan Siyonistler ve onların dünyaya yayılmış destekçilerini muhatap almak en doğru davranış biçimi olacaktır.
Bu noktada, "Yahudilerle Siyonistler aynı değil mi", ya da "Siyonistler de Yahudi değil mi" diye soranlarınız olacaktır.
Sorunun cevabını vermeden önce, siyonizm ve siyonist kelimelerinin ne manaya geldiğine bakmak lazım.
Siyonizm, Filistin’de Yahudi bir ulusal devletin kurulması ve desteklenmesine yönelik hareketin adı olup, daha kısa tabirle, fanatik Yahudi milliyetçiliğidir. Bu hareket ve görüşün mensuplarına da siyonist denilmektedir.
Siyonizm anlayışına sahip olanlar, Kudüs’ü Siyon (Zion) diye isimlendirirler. Bugünkü İsrail devleti ise tamamen siyonistlerin elindedir. Oysa ki günümüz İsrail’inde, teolojik anlayışları açısından hiçbir şekilde İsrail devletini tanımayan birçok küçük Yahudi cemaat bulunmaktadır. Dünya üzerinde ise, Kutsal Kitapları Tevrat'a dayanarak, İsrail Devletinin varlığını kabul etmeyen ve siyonizme karşı olan pek çok Yahudi grup vardır. Onlara göre, gerçek Yahudilikle Siyonizm asla bir araya gelemez...
Hal böyleyken, yani Siyonizm karşıtı milyonlarca Yahudi varken, Yahudi kökenli olmadıkları halde, Siyonistlerin tarafgirliğini yapıp onların safında yer alan farklı inanç ve milletten milyonlarca insan ve grup bulunmaktadır. Bu gruplar, bulundukları ülke ve toplumlarda o milletin dininden ve inançlarındanmış gibi görünüp, aslında Siyonizme hizmet etmektedirler. "Evrensel hümanizm" vesaire gibi sloganlarla kendilerini cahil halka sevdiren bu oluşumların bazıları ülkemizde de faaliyet göstermektedirler. Bunlar, halka hoş görünmek için, hastane ve okul odaları tefriş eder, eğitime katkı sağlar ve sosyal alanda da pekçok faaliyette bulunurlar. Siz bunları görünce, "Ne kadar da yardımsever, hoşgörülü ve iyi insanlar" dersiniz. Oysaki bu klüp ve derneklerin yaptıkları faaaliyetler "İçine zehir gizlenmiş tatlılar" gibidir. Yani, perdenin arkası önü ile aynı değildir...
Bütün bunları ne için mi anlatıyorum?
Kudüste yapılan zulmün ve gaddarlığın görünen muhatapları yanında, perde arkasındaki muhataplarını da bilin diye anlatıyorum.
Eğer olayların iç yüzünü bilmez ve muhataplarımızı tanımazsak, durumumuz tıpkı İŞİD'i ve onun uygulamalarını İslam sanan batılılara benzer. Ya da içinde bulunduğumuz yüzyılda bile, bütün Müslümanları Arap zanneden ve bu bağlamda da Türkleri de Arap gören batılılılardan hiç bir farkımız kalmaz.
Oysa ki İŞİD’in İslami bir hareketi temsil etmediğini ve Ortadoğu’nun yeniden dizaynı için üretilen bir figüran olduğunu batılı üst akıl sahipleri gayet iyi bilmektedirler. Gel gör ki, araştırmayan, sorgulamayan ve düşünmeyen batı insanı, İŞİD'ı İslami bir örgüt zannederek, malesef İslam'ı da terörist bir din olarak görmektedir.
İşte sırf bu yüzden, hem kendi dinimizi hem de başka dinleri iyi öğrenmeli, araştırmalı ve olayları doğru tahlil etmeliyiz.
Aksi taktirde, “Dedem, (Yahudi toplama kampı) Auschwitz’den, Gazze’yi bombalamak için kurtulmadı” diyen İsrail karşıtı Yahudi bayana,
Gazze'de İsrail güçlerine taş atan Melkite Rum Katolik Kilisesi Başpiskoposu Abdullah Yulio'ya haksızlık etmiş oluruz.
Son söz;
Nasihati hırsız'dan alır, dinini tilkiden öğrenirsen, tavuk çalmanın günah olmadığına inanırsın...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.