İbrahim Sadri, bir şiirinde geçmişten bahsederken;
"Yollar bozuk, musluklar bozuk,
Ziller bozuk, paralar bozuk,
Ama adamlar sağlamdı" demektedir.
Sanırım bu sözlerin doğruluğuna hak vermemek mümkün değil.
Tarihi, ahlaki, toplumsal ve kültürel değerlerden uzaklaşan, maddenin esiri haline gelmiş ve alabildiğince bencilleşen bizler, malesef artık birbirimize güvenmeyi terkedip, ancak mal ve hizmetlerin sağlamlığı ile ikna olur hale geldik.
İnsan düşünmeden edemiyor;
Nerede o senetsiz sepetsiz borç veren ve aldığı borcu emanet bilip ihanet etmeyen insanlar?
Nerede o mahalle bakkalına olan borcu sebebiyle gözlerine uyku girmeyen, ellerine geçen ilk parayla da borçlarını kapatan insanlar?
Komşusuna, bağına-bahçesine ya da çarşıya gitmek için evinden çıkarken, bahçe kapısını bir sicim ya da tel parçasıyla basitçe bağlayıp giden insanlar nerede?
Soruyorum sizlere, hani nerede o güzel insanlar?
Meğer, "O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık" diyen Yaşar Kemal ne kadar da haklıymış...
Artık her şey kirleniyor, herşeyi kirletiyoruz; hem de Özdemir Asaf'ın dediği gibi yavaş yavaş değil, son süratle...
Ne diyordu o büyük şair;
“Bütün renkler yavaş yavaş kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”
Asaf'ın bu sözünde geçen "beyaz" kelimesiyle neyi kastettiğini hiç düşündünüz mü?
Bütün renkleri içerisinde barındıran beyaz renk, saflığın ve temizliğin simgesidir. Soğuk kanlılığı, asaleti, masumiyeti, istikrarı ve devamlılığı temsil eder. Beyaz, insana huzur ve güven verir.
Biz önce masumiyetimizi, günaha, harama ve kul hakkına olan korkumuzu kaybettik. Beyaz kirlenince, huzur ve güvenimizi kaybettik...
Sonuç mu?
Tıpkı Sezen Aksu'nun dediği gibi;
Eller günahkar!
Diller günahkar!
Bir çağ yangını bu,
Bütün dünya günahkar!
Masum Değiliz HİÇBİRİMİZ !..
80'li yılların popüler müzik grubu Yeni Türkü'nün liste başı eserleri arasında yer alan "Telli Telli" şarkısı, bir bakıma geçmişten bugüne insanlığın geldiği noktayı özetlemektedir.
Şarkının söz yazarı olan Murathan Mungan, içinde bulunduğumuz acı gerçekleri oldukça basit, fakat bir o kadar da etkili sözcüklerle hepimizin yüzüne bir tokat gibi vurmaktadır;
Sakın çıkma patika yollara,
O dağlara kırlara o karlı ovaya,
Yenik düşüyor herşey zamana,
Biz büyüdük ve kirlendi dünya...
Şarkıdaki "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" sözü , insanoğlunun geldiği noktayı ne kadar da güzel özetliyor değil mi?
Yazarın sözünü ettiği kirliliği sakın "çevre kirliliği" filan diye algılamayın; Onun sözünü ettiği kirlilik, ruh ve beyinlerdeki kirlenmeden başka birşey değildir.
Çıkarcı, egoist, saygısız, zorba, ahlaksız ve inançsız bir zihniyetin ortaya çıkışından beri hızla kirlendi bu dünya...
Belki güzel şehirler kurabiliriz, sararan doğayı tekrar yeşillendirebiliriz veya nesli tükenmekte olan hayvanları yeniden çoğaltabiliriz; fakat fukara beyinleri ve kirlenmiş vicdanları tekrar nasıl düzeltebiliriz bilemiyorum...
Bizler artık mutluluğu yanlış yerlerde arar olduk. Sanıyoruz ki çok paramız, yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca çok mutlu olacağız. Oysa ki mutluluk maddiyatta değil, bazen anne-babanın hayır duasında, bazen bir çiçeğin güzelliğinde, bazen bir gülümsemede, bazen bir dostun omuzlarında, kimbilir belki de bir kuşun ya da kelebeğin kanadındadır...
Bu dünyada belki herşeyi parayla satın alabiliririz de, mutluluğu asla...
Bu yalancı hayat içinde kaçınılmaz sona doğru o kadar hızlı yol alıyoruz ki, tıpkı yaşanmış bir hikayede Meksikalı yerlilerin söylediği gibi, malesef ruhlarımız bizden epeyce gerilerde kaldı.
Dedim ya, her güzelliği tüketiyoruz hızlıca, en çok da sevgiyi tüketiyoruz.
Ne demiş büyük şair Sezai Karakoç;
Baharı yaz uğruna tükettik, aşkı naz uğruna ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna; derken ömrü tükettik bir hiç uğruna...
Peki, bunca kirlenmişlik içerisinde hiç mi temiz birileri kalmadı? Elbette ki bazı şeyler ve insanlar hala ümit verici. Kirlenmiş dünyada hala tertemiz kalan insanlar da yok değil.
Bunun canlı örneğini Aydın'ın uzak bir dağ köyünde yolumuzu kaybedince şahit oldum. Kavurucu sıcak altında rastladığımız bir köylü gençten bir bardak soğuk su istediğimizde, suyu bırakın, yemek yedirmek için bizi evine bir davet edişi vardı ki o gencin, görülmeye değerdi. Sanki bizi evine davet etmiyordu da, yalvarıyordu. İşte o an anladım, bir yerlerde hala güzelliklerin ve gönlü cömert insanların kaldığını...
İnsan bazen düşünmeden edemiyor;
"Bunca kirlenmişlik ve tükenmişliğe rağmen dünya hala dönüyorsa, acaba rastladığımız köylü genç gibi iyi ve güzel insanların hatırına mı dönüyor" diye...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.