Hayat pahalılığı artık dayanılmaz hal aldı. Son dönemlerde sebze ve meyve fiyatlarının hızla yükselmesi hayatı hayli olumsuz etkilemekte. Pazara gitmek adeta dayak yemekten beter. Mevcut korkularımız yetmiyormuş gibi, aralarına bir de çarşı-pazar korkusu eklendi...
Semt pazarlarında alışveriş yapmaya çalışan vatandaşlar, “Her şey ateş pahası, eskiden pazar arabalarımızı doldururduk, şimdi poşetleri bile zor dolduruyoruz. Birkaç yüz liraya dolan sepetler ve fileler, artık 1-2 bin liradan aşağıya dolmuyor” diyorlar.
Artan fiyatlardan muzdarip olanların yalnızca pazardan alışveriş yapan vatandaşlarımız olduğunu zannetmeyin; pazarcılık yaparak ekmeğini çıkartmaya çalışan esnaf da artan fiyatlardan şikayetçi. Kısacası, pazarcı artan fiyatlar yüzünden malını satamamaktan, vatandaş ise yoksulluk sebebiyle yeterli yiyecek alamamaktan şikayetçi...
Geçen hafta, meyve sebzenin üretim merkezlerinden olan Aydın'daki pazarlarda fasulyenin fiyatını 100 lira, domatesin fiyatının ise 30-40 lira bandında olduğunu görünce, artık ipin ucunun iyice kaçtığına kanaat getirdim...
Çarşı pazarda fiyatların bu denli artması elbette ki sebepsiz değil. Kuraklık, sel, don vb olumsuz iklim ve doğa koşulları, planlı bir tarım politikamızın olmayışı, üretim girdilerindeki maliyetlerin artması, tedarik zincirindeki aksamalar ve başka sebeplerle meyve ve sebze fiyatlarının yükselmesi normal bir sonuç olsa da, tarladan 7-8 liraya alınan domatesin pazarda tam beş kat fiyatla etiketlenmesinin normal olduğuna kimse beni inandıramaz. Bütün maliyetleri toplayıp üzerine yüksekçe kar payı eklesek bile, domates fiyatının normalde hiçbir şekilde 40 lirayı bulması mümkün değildir. "O halde işin içinde normal olmayan ve yanlış giden şeyler olmalı" diye düşünüp, bir hafta boyunca bunun sebeplerini sizler için araştırdım. Vardığım sonuca göre, fiyatların bu denli şişmesinin ana sebeplerinin başında tarımsal ürünlerin üreticiden tüketiciye kadar olan serüvenindeki aracıların fazlalığı, tekelleşme ve nihayetinde de denetimsizlik gelmekte. Tabi ki bütün bunların ötesinde ne yazık ki insan unsuru, yani ticari ahlaktaki dejenerasyon da asla gözardı edilmemeli...
Okuduğum bir gazete haberinde bir pazarcıya "Sattığınız ürünlerin fiyatları neden bu kadar yüksek diye" soruyorlar, satıcı maliyetlerin çokluğundan filan bahsediyor, fakat sözünün sonunda şu can alıcı cümleyi sarfediyor; "Bizim market fiyatlarından aşağı mal satmamız mümkün değil, yüksek olan bizim fiyatlar değil, market fiyatları".
Tabi bu noktada o satıcıya aslında şu soruyu sormak lazım; "Sizin o marketler kadar elektrik, su, kira ve benzeri giderlerleriniz var mı?" Bu soruya elbette ki olumlu bir cevabı olamaz. Fakat buna rağmen kendilerince bir sürü haklı sebep öne süreceklerine de adım gibi eminim. Nedense insanlar yaptıkları işlerin olumsuz yanlarını başkalarının gözüne sokarlarken, sahip oldukları avantajlardan hiç bahsetmiyorlar. Bu da, asıl sorunumuzun insan sorunu olduğunu gösteriyor...
Peki, ürünü direk üreticiden alarak kendilerine ait marketler zincirinde satan büyük şirketler fiyatları nasıl belirlemekte, hiç düşündünüz mü? Sakın boşuna uğraşmayın; çünkü para kazanmak uğruna bu büyük şirketlerin yaptıkları şeytanın bile aklına gelir cinsten değil. Bakın sistem nasıl işliyormuş;
1- Marketler zincirine sahip sözkonusu büyük şirketler öncelikle sebze meyve ile ilgili bir şirket kuruyorlar ve bu şirket vasıtasıyla üreticinin malını daha tarladayken satın alıyor ya da çiftçiye kendi sipariş ürünlerini ektiriyorlar.
2- Gene bu şirketler aynı anda bir de depolama şirketi kuruyorlar ve bu şirket üreticilerden toplanan ürünleri soğuk hava deposuna koyuyor.
3- Gene bir lojistik şirketi kuruluyor ve soğuk hava deposuna koyulan ürünler bu lojistik şirketi vasıtasıyla büyükşehirlere naklediliyor.
4- Bunlara ilaveten bir de toptancılık firması kuruluyor ki, bu firma da şehirlere gelen ürünleri marketlere dağıtmak üzere satın alıyor.
5- Nihayet, bu ürünler aynı firmaya ait marketlerde satışa sunuluyor.
Herhangi bir ürünün tarladan markete yolculuğunda hep aynı firmaya ait şirketlerin rol oynadığını anlamış olduğunuzu düşünüyorum. İşin ilginç yanlarından biri de, sözkonusu işler için tarım bakanlığından da destek alınıyor olmasıdır...
Bütün bunların sonucunda, aynı zincir marketin sahipleri tarladan 4 TL'ye satın aldıkları elmayı 49,90 TL'ye, bir başka deyişle %1250 karla bizlere satmaktalar...
İşte bütün bu sistemin adına da utanmadan "serbest pazar" diyorlar. Yani kartellerin zenginleştiği, parası olanın parasına para kattığı, fakirin ise gittikçe yoksullaştığı, modern köleliğin diğer adı olan vahşi kapitalizm...
Her nedense bu serbest piyasa denilen şey en çok da bizim gibi geri bırakılmış ülkelerde uygulanıyor, hem de en acımasız haliyle. İngiltere, Almanya, ABD vs gibi kapitalizmin ileri gelen ülkelerinde uygulanan serbest pazar ekonomisi Türkiye’de uygulanandan çok daha daha farklı. O ülkelerde piyasa aktörleri bizdeki kadar serbest davranamadıkları gibi, devletlerin ve hükümetlerin kontrol ve takibatı da had safhadadır. Bizim gibi ülkelerde ise piyasaya karteller hakim olup, kurdukları WhatsApp grupları vasıtasıyla fiyatlarla istedikleri gibi oynamaktalar. Bütün bunları yaparlarken de kimse bunlara "Sen ne yapıyorsun" demez. Malum serbest piyasa ya, kimseye müdahale edilmez...
Yemişim sizin serbest piyasanızı! Göz göre göre milletin soyulmasına ve aç bırakılmasına seyirci olanlar, bu dünyada değilse bile, elbette ahirette yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vereceklerdir...
Ülkemizdeki büyük şirketlerin yaptıklarının birazını bile gelişmiş batı ülkelerindeki firmalardan biri yapmaya kalksa, bırakın o ülkeyi, o şirkete dünya dar edilir...
Bilinmelidir ki serbest piyasa denilerek bize yutturulan ve kartellerin egemen olduğu bu sistemin gerçek manadaki serbest piyasa ile uzaktan yakından alakası yoktur. Ne yazık ki bu elbise bize bol geliyor...
Son söz;
Serbestlik iyidir, fakat sınırsız serbestlik felakettir...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.