Dostluk, kardeşlik, namus, ahlak, din başta olmak üzere, neredeyse bütün kutsal kavramların içini boşalttık. İçi boşaltılanlardan biri de "emanet" kavramı.
Emanet, güvene dayalı ve geçici olarak başkalarına teslim edilen maddi manevi herşeyin adıdır.
Bu bağlamda, en düşüğünden en yükseğine kadar bütün makamlar emanet olup, bu makamlarda görev yapanlar da kendilerine teslim edilen paraların, malların ve gücün emanetçileridir...
Emanet çok ağır bir yüktür. Kamu emanetçileri sayılan makam sahiplerinin yükü ise bütün yüklerden daha ağırdır. Bu nedenle kamudaki makamlar birer ganimet olarak değil, bilakis sorumluluğu ve hesabı oldukça ağır görevler olarak görülmelidir. Her makamın ateşten bir gömlek olduğu hususu ise, asla unutulmamalıdır.
Hal böyleyken, ne yazık ki kamu makamları çoğu zaman cahilce ve cesurca talep edilmekte, liyakat ve ehliyete bakılmadan dağıtılmakta, kısacası garibanın, fukaranın ve yetimin hakkı ehil olmayan ellerde fütursuzca peşkeş çekilmekte...
Oysa ki Yüce Allah;
"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir" (Ahzab-72) diyerek, emanetin ne derece ağır bir yük olduğunu bize apaçık bildirmektedir.
Kendilerine emanet edilen makamları işgal edenlerin ne derece ihanet içerisinde olduklarına dair nelere şahit olmadı ki bu gözler...
İstisnalar haricinde, devlet kurumlarının tesislerinde makam sahipleri hep ayrıcalıklı olurlar. Restoranlarında müdür ya da komutan masası diye rezerve edilmiş masalar görürsünüz ve o masalara sizin oturmanıza asla izin verilmez. Siz kendi tabağınızı kendiniz doldururken, onlar için masalara kahvaltılar hazırlanır, servisler açılır. Siz tabldot yerken, onlara özel menemenler, sucuklu yumurtalar vs hazırlanır.
Makam sahiplerinin konaklama ihtimali göz önünde bulundurularak, sosyal tesislerde birkaç oda hep boş tutulur. Siz "yer var mı" diye aradığınızda da, "yer yok" diye cevap verilir.
Devlet dairesindeki personel servislerinde ön koltuğa daima hep müdürlerin oturduğunu görürsünüz.
Yine, memursanız ve çalıştığınız kurumun lojmanı varsa, makam sahipleri hep sizden önceliklidir.
Kendi arabasına kalsa, sırf benzin harcamamak için, işe belediye otobüsüyle gidip gelecek olanlar, makam arabası olunca öğle arasında bile evine gidip geliyor, çocuklarını okula bıraktırıyor, bakıcılarını eve götürüp getiriyorlar...
Kendi evindeki mobilyayı değiştirmemek için eşlerine senelerce ayak diretenler, makamlarındaki mobilyalar söz konusu olunca, kataloglardan seçtikleri en pahalı mobilyaları hiç düşünmeden alabiliyorlar...
Makam sahibi olanların, devletin ve kamunun kendilerine emanet ettiği kaynakları ve gücü, sanki kendilerinin doğal hakkıymış gibi fütursuzca kullanmaları ne yazık ki artık günümüzde pek yadırganmıyor.
İçinizden "Ne var bunda, bu haklar kendilerine mevzuatla verilmiş olamaz mı?", ya da "Bal tutan parmağını yalar" diyenleriniz olabilir. Böyle diyenlere, Alev Alatlı'nın bir konuşmasındaki şu sözleri hatırlatırım;
"Her yasal olan hak, helal değildir"
Peki, bütün bu olanların tek sorumlusu makam sahipleri midir?
Sistemin ve hatta vatandaş olarak bizlerin hiç mi suçu yok bu olanlarda?
Aslında bu hususta az ya da çok hepimiz suçluyuz ve hepimiz birbirimize benziyoruz.
Bizler "Bal tutan parmağını yalar" atasözüyle büyüyen ve ne yazık ki bunu normal birşeymiş gibi algılayan insanlarız...
Namazını öyle arası kılabilecekken mesai başlayınca mescide namaz kılmaya giden, "devleti ben mi kurtaracağım" diyerek işini savsaklayan, kamu malı olan ofis malzemelerini kendi şahsına kullananlar kimler?
Yönetici kullandığı arabadan hesaba çekilecek de, memur kullandığı kalemden hesaba çekilmeyecek mi?
Devlet işlerini görürken devletin mumunu, özel işlerini görürken ise kendi parasıyla aldığı mumu yakan Hz. Ömer'den hiç mi ibret almıyoruz?
Mahkemeye ve Hakimler Hakiminin karşısına hırsız olarak çıktıktan sonra, ha milyonlar çalmışsın ha kalem, ne farkeder ki...
"Bal tutan parmağını yalar" sözü, hastalıklı bir ruh halinin yansıması ve aynı zamanda da azgelişmişlik göstergelerinden biridir. Bu söz hırsızlığı, rüşvet alıp vermeyi ve çıkarcılığı masum ve normal göstermekten başka hiçbir anlam taşımaz.
Hiç şüphesiz ki emanete hıyanet edeni ya da bal tuttuğu parmağı yalıyanı görmezden gelenler de en az onlar kadar suçlular. Böylelerinin suçu ise, suçluya yardım ve yataklık...
Son söz;
"Kıyamet gününde haklar sahibine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacaktır" (HŞ)
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.