Merhabalar Değerli Okurlarım,
Çocukluğum, tek katlı ve bahçeli bir evde geçti. Evimizin küçücük bahçesinde en az on farklı türden meyveli ağaç vardı. Bunun yanında, o küçücük bahçede sebzeler yetiştirerek taze taze yerdik.
Doğup büyüdüğüm ilçedeki evlerin çoğu böyleydi. Herkesin evinin önünde küçük bir bahçesi ve o bahçelerde yetiştirilen meyve ve sebzeler olurdu. Herkesin evinin önünde zeytin, incir, dut ya da başka türden envai çeşit ağaçlar bulunurdu. Yoldan geçen insanlar, bu ağaçların meyvelerinden özgürce yiyebilirlerdi. Her yerde bolluk vardı. İnsanın cebinde parası olmasa bile, ya kendi evindeki küçük bahçesinden, ya da konu komşusunun bahçesinden koparıp pişirdiği sebzelerle günlerce karnını doyurabilirdi. Belki çok para yoktu insanlarda, ama bolluk ve bereket vardı. Huzur vardı, paylaşım vardı, güven vardı...
Sonra ne mi oldu?
İnsanlar hırslandılar, şımarıklık, tembellik, hazırcılık ve gösteriş merakı başladı. Zaman içerisinde de birbirimize olan güven kayboldu.
Mesela, çocukluğumuzun geçtiği o ev satıldı. Onun yerine bir sitede, bir apartmanın beşinci katından daire satın alındı. Artık ne bir bahçemiz, ne de bir dikili ağacımız var. Nefes almak için çıktığımız ve birkaç meyve sebzeyle ilgilenip rahatladığımız bahçe yerine, artık sadece betondan bir balkonumuz vardı.
İşin daha vahim tarafını söylememi ister misiniz?
Satın aldığımız evin bulunduğu sitenin yeri, ben küçükken kiralayıp tütün diktiğimiz bir tarlaydı. Hatırladığım kadarıyla, içinde kuyusu da olan, sulak bir tarım arazisiydi. Sadece orası mı? Tabi ki hayır. O sitenin bulunduğu yerin etrafındaki bütün tarım arazileri de siteye çevrilmiş ve beton yığınları haline getirilmişti. Ne yazık ki, bir zamanlar karpuz- kavun ve meyve-sebze yetiştirilen arazilerde artık çok katlı binalar yükselmişti.
Değerli Dostlarım,
Bütün bunları neden anlattım biliyor musunuz?
Çünkü, bu anlattığım örnek, bugün hem ilimizde, hem de ülkemizde binlercesi bulunan kötü örneklerden sadece biri de ondan.
Dünyada, kişi başına düşen tarım arazisi miktarı hızla azalıyor. Fakat bu azalış Türkiye'de ortalamanın çok üzerinde bir hızla gerçekleşiyor. Verimli tarım arazilerini imara açıp koca koca binalar dikiyoruz. Aslında, yaptığımız şeyin tek bir anlamı var; geleceğimize beton döküyoruz...
Peki bu durum, sadece inşaat yapılacak alanların azalması gibi bir zorunluluktan mı kaynaklanıyor?
Bu sorunun cevabı, kısmen "evet" olabilir. Ama asıl sebep, plansız şehirleşme ve insanoğlunun gözününü bürüyen para ve rant sevdası.
Gene kendi ilçem olan Çine'den bahsedeyim size;
Bilindiği üzere Çine Ovası, bırakın Aydın'ı Türkiyenin ve Dünyanın en bereketli ovalarından biridir. Öyle ki, yılda üç ürün almak mümkün. İşte bu kadar bereketli bir ovanın tam ortasından ne geçiyor biliyor musunuz? Aydın-Muğla şehirlerarası yolu. Büyüklerimden işittiğime göre, bu yolun yapılması gündeme geldiğinde, yolun Çine'nin etrafını saran Madran Dağı'nın eteklerinden geçirilmesi düşünülmüş. Gel gelelim, her dönemde olduğu gibi, rant lobisinin elçileri olan zenginlerin istek ve baskılarıyla, bu yol şu anki mevcut yerine (hatta ilk başta ovanın daha da göbeğine) inşa edilmiş. Tabi ki bunun sonucunda da, yerleşim yerleri bu yolun iki yanına yapılmaya başlanmış. Sonuç mu? Yılda üç ürün veren bereketli toprakların çok büyük bir kısmı, şu an binalar ve yollar altında yok olup gittiler. Yani, kendi topuğumuza kurşun sıkmışız, vesselam.
Halbuki, o yol Madran Dağının eteklerinden geçmiş olsaydı, hem daha havadar ve sağlıklı bir şehir olacaktı, hem de o güzelim ova beton yığınlarına kurban gitmeyecekti.
Değerli Okurlarım,
Tarım yapılamayacak dağlık arazilere bina yapabilirsiniz de, tarım yapamazsınız. Tarım arazilerine binalar diktiğinizde de elinizde tarım yapacak araziniz kalmaz. Tarım arazileri bir kez elden çıktımı, tekrar tarıma kazandırılması mümkün değildir.
Plansız kentleşme Türkiye’nin verimli tarım arazilerini yutuyor. Türkiye’de son 15 yılda 2 milyon 500 bin dekar tarım arazisi imar politikalarının kurbanı yapılarak betona gömüldü.
Kentlerin genişletilmesi sırasında, yapılacak konutların, sanayiye ve imara açılacak alanların iyi belirlenmesi gerekir. Bu alanların, tarımın yapılamadığı alanlar olarak belirlenmesi ve ona göre bir çalışma yapılması gerekir. Gerekiyorsa, verimli tarım alanları sit alanı olarak ilan edilmeli ve arazi toplulaştırmasına yönelik politikalar üretilmelidir.
Hem sanayileşme hem kentleşme ve turizm için alternatif alanlar mevcutken, işlenebilir nitelikteki tarım arazilerinin, savurganca, tarım dışı amaçlar için kullanılmaya devam edilmesi durumunda, gelecek nesillere olan insanlık borcumuzu ödeyemeyeceğiz. Mirasçılarına borç bırakan insanlar konumuna düşeceğiz.
Kaldı ki, bunun acısını bugün biz bile çekmeye başladık. Tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki artışın bir nedeninin de, tarım yapılabilecek arazilerdeki azalışlar olmadığını kim söyleyebilir?
Değerli Dostlarım,
Zararın neresinden dönülürse dönülsün, kardır. Tarım arazilerinin yok olmasını önlemek adına elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Karar mercilerinde bulunan bürokrat, yönetici ve siyasilerin doğru kararlar alması için kamuoyu oluşturmak bunlardan biridir.
Para ve rant için geleceğimize beton dökmeyelim.
Bir Kızılderili atasözünü hatırlatarak bu haftaki yazıma son veriyorum;
"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak."
Muhabbetle Kalın Dostlarım...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.