"Futbolun adaleti yoktur" diye bir söz var ki, bu söz futbolda her zaman favori olanın ve iyi oynayanın kazanamadığını, oyun-skor ilişkisinin her zaman doğrusal biçimde sonuç vermediğini anlatan bir sözdür. Bu söze göre, gol için 90 dakika saldıran ve maçı domine eden bir takımın kontrataktan yediği bir golle maçı kaybetmesi, bunun tam tersine de, 89 dakika hiçbir atağı bulunmayan bir takımın 90'ıncı dakikada kazara bir gol atıp maçı kazanması mümkündür. Futbol tarihi, iyi oynadığı halde yeşil sahalardan boynu bükük ayrılan takımların hikayeleriyle doludur. Bu nedenle, futbolda kazanmak için iyi oynamanın yetmediği, iyi oyunun yanında "futbol şansı"na da sahip olmak gerektiği daima hatırda tutulmalıdır. Kaldı ki iyi oynamak, aynı zamanda sonuca etki edebilecek kadar kritik hatalar yapmamak anlamına da gelir...
Son yıllarda ülkemiz futbolunda adalet kavramı ne yazık ki çehre değiştirdi. Artık bir futbol maçını kazanmak için harikulade oynamak ve şanslı olmak başlıbaşına yeterli değil. Ekonomik olarak güçlü bir klüp değilseniz, lobiciliğiniz zayıfsa, arkanızda güçlü siyasiler ya da sponsorlar yoksa, İstanbul'un zengin ve büyük kulüplerine karşı maç kazanmanız neredeyse mucize kabilindendir. Futbolun bir spor olmanın çok ötesine geçip ticari bir meta haline geldiği günden beri, maçlar artık sahada değil masabaşında kazanılıyor. Bu nedenle de, amatör ya da profesyonel maç farketmeksizin, futbol sahalarında oynanan çoğu oyunun futbol olmadığını, bahis çetelerinin, karanlık yapıların ve zengin işadamlarının kurguladıkları kirli birer tiyatro olduklarını söylemek hiç de absürd sayılmamalıdır. Hal böyle olunca da, bu kirli düzenden bi-haber olup, sırf taraftarı olduğu takım galip gelsin diye tribünde ya da ekran başında boğazları şişinceye kadar bağıranların sadece birer figüran olduklarını söylemek hiç de yanlış sayılmaz...
Sakın olaki futboldaki adaletsizlik ve kirliliğin başka sektörlerden bağımsız geliştiğini zannetmeyin. Ne yazık ki her alanda baş gösteren yıpranma, çürüme ve kirlilik, çok yüksek paraların döndüğü futbol sektörüne de sirayet etmiş vaziyette. Bozulan toplumsal ahlak hemen peşisıra adaletsizliği getirmiş, gözlerine para ve kazanma hırsı bürümüş olanlar futbol sektöründe rastgele kılıç sallar hale gelmişlerdir.
Ahlaki dezonfarmasyon sadece futbolun mali yönü ile ilgilenen kulüp başkanı, yönetici, menajer ve hatta futbolla yakından ilgilenen siyasilere mahsus bir olgu olmayıp, ne yazık ki futbolcu ve hakemler de bu çürümeden nasiplerini almış durumdalar. Üzülerek söylemeliyim ki futbol gitgide ruhunu kaybediyor ve futbolla alakası olmayan bambaşka bir yöne doğru gidiyor. Artık futbolcuların çoğu top oynamak değil, yere düşüp bağırarak ve hakemi kandırarak faul almak niyetindeler. İşin ilginç yanı ise ülkemize gelen yabancı futbolculardan bazılarının da bu tip ahlaksızlıkları alışkanlık haline getirmiş olmaları. Atatürk'ün "Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim" sözünden geriye, kafası sadece şeytanlığa çalışan zeki ve çevik futbolcular ile mafyanın elinde oyuncak olmuş hakemler kaldı. Ahlak mı? O, artık sadece bazı sözlerde var olan nostaljik bir kavram...
Ahlak ve adaletin olmadığı kültürler, hızlı üretilip çabucak tüketilen popüler kültürlerdir. Böylesi bir kültürle yoğrulmuş futbolun gelişip başarılı olması asla mümkün değildir. Bu nedenle, ülke futbolunu içinde boğulduğu girdapdan kurtarmadan ve ahlaki değerlerle mücehhez kılmadan inşa edilecek her türlü spor tesisi ve düzenlenecek her organizasyon nafile hükmünde olup, bu tür icraatlar göz boyamaktan daha öte bir değer ifade etmezler...
Bu ülkede büyük futbol kulüplerinin birbirlerine olan husumeti ve ölümcül rekabeti futbolseverleri canından bezdirdi. Memleketin onca problemi varken söz konusu malum kulüplerin kendi aralarındaki gereksiz kavga ve polemikler, ne yazık ki futbolun bütün güzelliklerini ortadan kaldırmakta ve kitleleri birbirine düşman haline getirmektedir. Artık şaibesiz ve tartışmasız hiçbir maç neredeyse yok gibi. Kazananın da kaybedenin de mutlu olduğu, "sonuçta futbol kazandı" dediğimiz bir maçı en son ne zaman izledik hatırlayamıyoruz bile. Futbol baronları haram paralarına para katarlarken, hakem hataları ve kendini bilmez futbolcu ve teknik adamların ahlaksız tavırları kardeşi kardeşe kırdırmakta ve topluma düşmanlık tohumları ekmekte. Kısacası, ekonomik bakımdan büyük kulüpler birbirlerini bitirme pahasına ellerinden geleni ardına koymazlarken, ne yazık ki elbirliği ile ülke futbolunu da bitirmekteler...
Ülke futbolunun bu hale gelmesi elbetteki sadece sporcuların, hakemlerin ya da spor adamlarının hata ve kasıtlarının sonucu değildir. TFF'nin özerk yapıdan sıyrılıp siyasallaşması sistemin bozulmasındaki en önemli sebeplerden biridir. Ülkedeki pek çok kurumda olduğu gibi, bağımsız ve özerk bir yapının başına bağımlı ve siyasi birini getirip bağımsızlığa ket vurmak ne yazık ki uzun zamandır tekrarlanan önemli bir yanlış...
Öte yandan, kendi şirketlerini yönetirken kılı kırk yaranlar, başkan ve yönetici oldukları kulüpleri yönetirlerken ne yazık ki oldukça müsrif ve bankör davranıyorlar ki, bu da pek çok klübün batmasına sebep oluyor. Hani nerede Bursaspor, Altay, Karabükspor, Aydınspor ve daha pek çok anlı şanlı klüp...
Konu futbol ise, VAR sistemine değinmeden geçmek olmaz. Futbolda adaleti sağlama iddiası ile getirilen VAR sistemi de ne yazık ki ülkemiz futbolundaki kokuşmuşluğa çare olamadı. Görüldü ki adaleti makinalar değil insanlar sağlar. Makinalar ve sistem amaç değil, amaca giden yoldaki araçlardır. Bu nedenle "At sahibine göre kişner" sözünde olduğu gibi, VAR da başındaki insanlara göre hareket ediyor. Eğer VAR sisteminin başına getirilen kişiler adalet fukarası, taraflı ve kötü niyetli iseler makina ne yapsın, sistem ne yapsın?
Son söz;
Futbolda kazanmak için iyi oyun, az hata ve şans lazım; bütün bunlardan daha önemlisi de ahlakla beslenmiş adalet lazım...
Kazananın da kaybedenin de dost kalabildiği maçlar izleyebilmek dileği ile,
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.