Sevgili Dostlarım,
Üç ayların sonuncusu olan ve içinde "Bin yıldan daha hayırlı" Kadir Gecesini barındıran Ramazan-ı Şerif Ayına girmiş bulunuyoruz. Öncelikle, hepinizin Ramazanını tebrik eder, bütün kalbimle bu ayı layıkıyla idrak edebilmenizi dilerim. Bu mübarek ay için bir sürü sıfat yakıştırılmakla beraber, "Kuran ve Oruç Ayı" benim en çok hoşuma giden tabirdir. Çünkü, ruhlara şifa yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'in bu ayda indirilmeye başlanmış olması ve yine bu ay boyunca her gün oruç tutulması nedeniyle, Kuran ve Oruç Ayı tabiri bu aya yakışan en güzel tabirdir.
Her sene üç ayların girmesiyle başlayan manevi atmosfer, Ramazan'ın gelişi ile birlikte en yoğun seviyesine ulaşır. Bütün Müslümanlarda huzur ve sevinç hakim olurken, evlerimize, şehirlerimize ve ülkemize manevi bir hava ve bereketin geldiğini farkederiz. Ben bu duygu ve atmosferi, çocukluğumdan beri her Ramazanda hisseder ve yaşarım. Ne varki, günümüzde eski Ramazanların artık yaşanmadığını görmek üzüyor insanı.
Gelin hep birlikte biraz nostalji yapalım;
Çocukluğumda ve ilk defa oruç tutmaya başladığım yıllarda, Ramazan ayları yaz mevsimine denk geldiğinden günün neredeyse 15 saatinden fazlasını oruçla geçirdiğimizi hatırlıyorum. Gündüz vakti o kadar sıcak olurdu ki, bırakın güneşte durmayı, insan gölgede bile perişan olurdu. O zamanlar evlerde klima filan da olmadığından, zamanın çoğu ya vantilatör karşısında ya da evin serin bir bölgesinde geçirilirdi. Biz ise, çocuk aklımızla büyüklerimizi dinlemez ve kavurucu sıcağın altında hem oyun oynar hem de oruç tutardık. Tabiki akşama doğru artık çok halsizleşir, kurumuş ve çatlamış dudaklarla iftarı beklerdik. Babam mahallemizdeki caminin müezzini olduğundan, akşam ezanı okunduğunda bizim evde hemen sofraya oturulmaz, oruçlar bir yudum suyla açılır, namazlar kılınır ve ancak babamın camiden gelişini müteakiben hep beraber sofraya oturulurdu. Zaten çoğu zaman, akşam namazı için biz de babamla birlikte camide olurduk. Hatta camiye erken giderdik ve belediyenin camilere dağıttığı buzları kardeşlerimle kırıp, içi su dolu musluklu su bidonlarına koyardık. Bidonlardaki sular ftara kadar buz gibi olur ve camiye gelen cemaat o suyla iftarını açardı. Cemaattan bazıları camiye gelirken türlü türlü meyveler ve yiyecekler getirir, ezan okununca önce o meyve ve yiyeceklerle iftar açılırdı. İftar vaktinin geldiğini öğrenmenin yolu saate bakmak ya da televizyondan öğrenmek değildi; ya ezanı işiteceksin, ya atılan topun sesini duyacaksın ya da minarelerin şerefelerindeki ışıkların yandığını göreceksin. Bunları takip etmek çocukların görevi idi. İftar vaktinin girdiğini bu yollardan biriyle öğrenen çocuk, "Top atıldııı!", "Işık yandııı!, ya da "Ezan okunduu!" diye taa dışardan bağırmaya başlıyarak evdekilere haber verirdi.
Ramazan girmeden camiler baştan aşağı temizlenerek Ramazana ve bayrama hazırlanırdı. Babamın görev yaptığı camilerdeki bu ramazan temizliklerinde kardeşlerimle biz de çalışırdık. Ne yalan söyliyeyim, o zamanlar zorla yapardık bu temizliği. Yapmış olduğumuz işin ne kadar hayırlı bir iş olduğunu ta ki yıllar sonra anladığım da Rabbime şükredip babama dua ettim.
İkindi namazı sonrasında camilerde mukabeleler okunurdu. Bizler de evlerimizden aldığımız Kuranlarla camilere koşar ve mukabeleleri takip ederdik. Kadınlar ise evlerde toplanıp okurlardı mukabelelerini.
Teravih namazları tam bir şenlik havasında geçerdi. Hava sıcak olduğundan, teravih namazları camilerin bahçelerinde kılınır ve namaz aralarında hep bir ağızdan bağıra bağıra salavatlar getirilirdi. Teravih sonrası erkekler kahvehanelere dağılır ve,hoş sohbetler eşliğinde çaylarını yudumlarlardı.
Ramazanın bir başka eğlencesi ise Ramazan davulcularıydı. İnsanları sahura kaldırmak için yaya olarak dolaşan davulcular, evlerin pencerelerinin önünde güzel güzel maniler okur, sahura kalkanlar da onlara bahşişler verirlerdi. Hatta mani isteğinde bulunanlara bile rastlanırdı.
Hemen hemen herkes oruç tutardı o zamanlar. Ramazan haricinde namaz kılmayanlar bile, Ramazan ayında namaza başlar, oruç tutar ve teravihlere giderlerdi. İçki içenler asla içki içmezlerdi Ramazan hürmetine. Alkollü işyerleri kapatılırdı Ramazanlarda. Oruç tutmayanlar, oruç tutmadıklarını gizler ve oruç tutanların önünde yiyip içmezlerdi saygılarından.
Güzel günlerdi o günler....
Sevgili Dostlarım, gelelim günümüze;
Şehirleşmenin artması, teknolojinin ilerlemesi, bilimin gelişmesi ile eski Ramazanlar artık sadece anılarda kaldı. Ne acıdır ki, bütün herşey ilerlerken, maneviyatımız geriledi. Şimdi ne davulcuların manileri var, ne gecelerin bereketi ve ne de orucun hazzı. Ramazan'ın her gelişiyle televizyonların kadrolu hocaları arz-ı endam edip, evlerimizin baş köşelerine kuruluyor ve kalplerimizin bam teline zerrece dokunamadan saatlerce sohbet ediyorlar. Yaptıkları işin ticari bir gaye ile yapıldığını suratlarından anlıyabiliyorsunuz. Böyle olunca da, Ali Şeriati'nin dediği gibi;
"Okuyan okuduğunu anlamıyor, dinleyen dinlediğini anlamıyor, geriye sadece hafızın güzel sesi kalıyor"
Artık oruç tutanlar aon derece azaldı. Eskiden Ramazanda kapanan dükkanlar, şimdi Ramazanı hiç umursamıyorlar. Oruç tutmayanlarda oruçluya saygıdan zerre kalmamış. Oruç tutanlar da, orucun anlamını tam olarak bilmiyor ve gün boyu aç kalmakla oruç tamamlanmış olacak zannediyorlar. Oruç tutmanın, insanın aynı zamanda kendini bütün kötülüklerden alıkoyması manasına geldiği çoktan unutulmuş vaziyette.
Oysaki oruç, sadece aç kalmak değil, aynı zamanda kalbi manen tıka basa doyurmaktır.
Ağzınla beraber gözlerini, kulaklarını ve ellerini de tutmuyorsan, bol bol iyilik yapıp sadaka vermiyorsan, fakirleri gözetip kollamıyorsan, Kuran ayı olan bu ayda bol bol Kuran okumuyorsan, senin orucunun aç kalmaktan öte ne anlamı var?
İşte böyle dostlarım,
Şu m0barek ayda bütün ailemizle beraber oruçlarımızı hakkıyla tutalım, küçük çocuklarımıza oruç tutmayı alıştıralım ve en önemlisi de biz oruç tutarken oruç ta bizi tutsun.
Hepinizin Ramazanını tekrar tebrik eder ve Allah'tan oruç ve diğer ibadetlerinizin kabulünü dilerim.
Esen Kalın Dostlarım...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.