Gazze’de eşi görülmemiş bir insanlık dramı yaşanıyor. İsrail öncülüğündeki eli kanlı katiller günlerdir Gazze’yi bombalıyor ve (güya “kutsal bir görev” adına) çoluk-çocuk ve kadın-erkek demeden herkesi öldürüyorlar...
Gazze’de yaşanan vahşet karşısında artık İsrail yanlılarının bile vicdanları rahatsız...
Gel gelelim vicdanların rahatsız olması sonuç vermiyor, insani duygulardan mahrum İsrail yetkililerini durduramıyor.
O halde birşeyler yapmak lazım...
Sıranın bize de gelmemesi için, akan kanın durması için, vicdanların rahatlaması için, en önemlisi de hesap günü "ben de elimden geleni yaptım" diyebilmek için birşeyler yapmak lazım.
Devlet olarak, millet olarak, ümmet olarak, en nihayetinde vicdanlı insanlar olarak birşeyler yapmak lazım...
Zulüm bu kadar ayyuka çıkmışken derde talip olmak, dertlinin derdine ortak olmak lazım. "Ben tek başıma ne yapabilirim ki" diyerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışan 8 milyar insanın zulmü ortadan kaldırmak için tek yürek olması lazım...
Tek kuruşluk yardımımızın, samimi olarak yaptığımız duamızın, hatta kalbimizden geçirdiğiniz buğzumuzun bile fark yaratacağına inanmamız lazım. Tıpkı şu hikayedeki çocuk gibi;
Adamın biri sabaha karşı güneşin doğuşunun keyfini çıkarmak için sahile indiğinde uzakta birini görür. Biraz yaklaştığında onun sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan bir çocuk olduğunu fark eder ve yaklaşarak sorar:
- Deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun?
Çocuk der ki:
- Güneş yükseldi mi sular çekiliyor, onları suya atmazsam susuzluktan ölecekler.
Adam devam eder:
- Sahil kilometrelerce uzanıyor ve binlerce deniz yıldızı var, senin çaban neyi değiştirir ki?
Çocuk adamı dinledikten sonra elindeki bir deniz yıldızını daha okyanusa atar ve cevap verir:
- Belki hepsi için değil ama, bunun için herşey değişti...
Adam, çocuğun yalnızca okyanus manzarasının keyfini çıkarmaya gelmeyip bir fark yaratmak istediğini anlar ve ona katılarak bütün sabahı okyanusa deniz yıldızı atarak geçirir...
*
'Kendi payımıza düşeni yapmak' hususundaki şu yaşanmış hikaye de ne kadar anlamlıdır;
Vietnam savaşı boyunca bir adam her gece tek bir protesto mumuyla Beyaz Saray'ın önünde dikiliyordu. Bir gece bir muhabir ona yaklaştı ve şöyle dedi;
- Bayım, bu küçük protestonuzun herhangi bir şeyi değiştirebileceğine gerçekten inanıyor musunuz?
Adam şöyle cevap verdi;
- Buraya onları değiştirmek için gelmiyorum. Buraya geliyorum ki, onlar beni değiştiremesinler. Devam eden bu çıldırtıcı saldırının insanlığımı yıpratmasına izin vermeyeceğim. Gerçeği bilmeye ve gerçeği anlatmaya devam edeceğim. İnsan kalmak, uyanık ve duyarlı kalmak için, hergün kendi küçük payıma düşeni yapacağım. Böylece dünya insanlığımı yıpratamayacak...
Keşke hikayedeki Vietnamlı adam kadar bilinçli ve sağduyulu olabilsek...
Bugünlerde sosyal medyada İsrail'i kınayan pek çok paylaşım mevcut. Neredeyse herkes Gazze'ye gitmek ve İsrail'le savaşmak istiyor. Oysaki ne herkes asker, ne de herkesin eline silah alıp savaşmasına gerek var. Sakın ola ki bu sözümden "madem ki savaş askerlerin işi, o halde bize sadece dua etmek düşer" deyip bir köşeye çekilin anlamını çıkarmayın. Elbette ki bizim de yapabileceğimiz çok etkili işler var. Savaş sadece silahla olmaz. Bu konu ile ilgili olarak, Peygamberimize ait bir mücadele metodundan bahsetmek istiyorum;
1400 yıl önce Peygamberimiz Hayber kalesini kuşattığında, kaleye sığınan Yahudiler yiyecek ve içecek stok ederek direnişe geçtiler. Kaleleri çok sağlam ve yüksek yerde, arazi de sarp ve kayalıktı. Bu nedenle de ok atılsa geri dönüp geliyor, taş atılsa kaleye yetişmiyordu. Hülasa, Hayber Kalesi yıkılmıyor ve fethedilemiyordu.
Umutların azaldığı ve morallerin bozulduğu bir anda Peygamberimiz bu duruma çözüm olarak müthiş bir strateji geliştirdi ve kale çevresindeki hurma ağaçlarının kesilmesini emretti. Hurma ağaçları Yahudiler için hayat demekti ve eğer hurma ağaçları kesilirse Yahudilerin servetleri de, hayalleri de bitecekti. Zira Yahudi için para, servet ve zenginlik herşey demekti.
Ağaçlar kesildikçe Yahudilerin direnme gücü kırıldı ve nihayet kaleyi teslim ettiler. Sonrasında da ancak alabildikleri kadar eşyayla sürgüne gitmek zorunda kaldılar...
*
Ne yazık ki Yahudi kisvesi altındaki siyonistler ve emperyalistlerle bir kez daha karşı karşıyayız. O halde baltaları elimize alıp onlara ait hurma ağaçlarını tekrar kesme zamanı...
"Kudüs özgür olmadan insanlık özgür olamaz, Kudüs kurtarılmadan İslam'ın onuru kurtarılamaz" deyip topyekün kıyam zamanı...
Yeniden diriliş zamanı...
Madem ki Yahudinin dini-imanı para, o halde almayın siyonistlerin ve İsrailin hiçbir malını. Siz Yahudinin malını aldıkça kadınların ve çocukların başlarına daha çok bomba yağmakta, bunu anlamıyor musunuz...
Sakın İsrail malı denilince aklınıza sadece deterjan, yiyecek, içecek vs gelmesin. Asıl kullanmamamız gerekenler, kumandaları siyonistlerin, emperyalistlerin, evangelistlerin, kısacası Türkiye ve İslam düşmanı olanların elinde olan sözde sanatçılar, siyasetçiler, sporcular, bürokratlar vs olmalı. Silin bunları da listenizden...
Haydi, hep beraber keselim hurma ağaçlarını da mazlumlar kurtulsun!
Haydi, herkes karanlığa bir mum yaksın da, karanlıklar aydınlık olsun...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.