İnsanlık tarihinin en ciddi suçlarından biri soykırım suçudur...
Belirli bir etnik, ulusal, dini veya ırksal grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi amacıyla sistematik ve örgütlü bir biçimde gerçekleştirilen eylemler silsilesi olan soykırım, genellikle kitlesel öldürme, işkence, tecavüz, toplu sürgün, aç bırakma veya diğer insanlık dışı eylemler şeklinde tezahür eder.
Tarihin gördüğü en acımasız soykırımlardan biri günümüzde Siyonistler tarafından Gazze'deki Filistinlilere karşı uygulanmaktadır. Söz konusu soykırım sadece sivil halkın canına kastedilerek gerçekleşmemekte, aynı zamanda kültürel, tarihsel ve sanatsal alanlara da zarar verilerek çok boyutlu bir biçimde işlenmektedir. Bu bağlamda, içerisinde tarihi ve kültürel mirasa ait belgelerin bulunduğu arşivler, arkeolojik bölgeler, müzeler, kültür merkezleri, kilise ve camiler yakılıp yıkılmaktadır. Zira Filistin'in bağımsız bir devlet olması noktasında delil oluşturacak kritik öneme sahip söz konusu mekanların ve belgelerin her biri İsrail tarafından tehdit olarak algılanıyor...
Günümüzdeki kültürel soykırımın bir başka örneği ise Çin'in Uygur Bölgesinde yaşanmakta. Bu bölgede yaşayan azınlıktaki Uygur Türkleri, sürekli olarak Çin Devletinin sistematik zulmüne maruz kalmakta, toplama kamplarında yaşamaya zorlanmakta, kadınları tecavüz edilmekte ve çocukları ellerinden alınarak Çin geleneklerine göre eğitim veren yetimhanelere götürülmektedir...
Şimdi gelelim kritik soruya;
Soykırımın muhatapları sadece azınlıklar ya da zayıf halklar mıdır?
Bu soruya "evet" cevabını verenler yanılıyorlar...
Bazı soykırımlar var ki azınlık-çoğunluk veya bağımlı-bağımsız farketmeksizin bütün toplumlara uygulanabilmektedir. Cana kastetmeyen, fakat sinsi bir şekilde hareket ederek toplumları mahveden bu tür soykırımların başında kültürel soykırım gelmektedir.
Etnosit de denilen kültürel soykırım, daha güçlü olan bir kültürün başka kültürlerin unutulmasına yönelik sistematik faaliyetlerine verilen addır. Bu soykırımdaki amaç, bir milletin milli duygularını yıkmak, onları aşağılık kompleksine sokmak, tarihi, kültürel ve sosyal iç dinamiklerini bozmak, bu doğrultuda kendi etnik grubuna katılmasını sağlamaktır. Tarih sahnesinden silinen pek çok etnik grubun, bu tür uygulamalara maruz kalarak köklerinden, kültürlerinden ve kimliklerinden uzaklaştığı ve nihayet yok olup gittikleri bilinmektedir...
Dedik ya, kültürel soykırım direk cana kastetmez, bu nedenle topa tüfeğe vesaireye de ihtiyaç duymaz. Gel gelelim kültürel soykırımın kullandığı öyle bir saldırı biçimi var ki toptan tüfekten daha tesirli ve daha yıkıcı. Adına "ideolojik taarruz" denilen bu yöntem öyle sinsi ve öyle görünmezdir ki, bu taarruza maruz kalan toplumlar bir saldırı altında bulunduklarının ve peyderpey kültürel bağlarından koparıldıklarının farkına bile varmazlar.
İdeolojik taarruzun kullandığı en elverişli aparatlar medya ve internet iken, öncelikli hedefler kadınlar ve çocuklardır. Zira bir toplumda kadın belirleyici rolde olup, eşini ve çocukları, kısacası bütün toplumu etkileme gücüne sahiptir. Çocuklar ise toplumun geleceğidir...
Öte yandan, internet sayesinde iletişimin kolaylaşması, devletler ve milletlerarası gelişmişlik farklarının artması gibi sebeplerle kültürel soykırımın işleyişi günümüzde zirve yapmış vaziyettedir...
Ne yazık ki kültürel soykırımın en yoğun uygulandığı ülkelerden biri de Türkiye'dir...
Çocuklarımız artık çok erken yaşlardan itibaren medyayı kullanmayı öğrenmekte, zamanlarının çoğunu internet ve televizyon başında geçirmekte böylece medya odaklı bir hayat yaşamaktadırlar. Bu durum ise çocuklarımızın iletişim biçimini değiştirerek, yüz yüze iletişim yerine dolaylı iletişim ve sosyalleşme, kitap okuma kültürünün kaybolması, görselliğe dayalı popüler kültürün ön plana çıkması gibi sonuçları beraberinde getirmektedir. Televizyon ve internet içerikleri çocukların tüketim konusundaki eğilimlerini yönlendirerek, onları sürekli ve daha çok satın alan tatminsiz bireyler haline getirdi. İşte tam da bu nedenle, düşünen, sorgulayan ve araştıran çocukların nesli ne yazık ki çoktan tükendi...
Peki, yetişkinler bu süreçte neler yaptılar?
Onlar bu süreci durdurmak yerine, ne yazık ki ateşe körükle gittiler.
“Aman gürültü yapmasınlar” diye çocuklarını televizyon karşısına oturttular, izlettikleri çizgi filmler sayesinde şiddet eğilimli, ahlaki değerlerden ve acıma duygusundan yoksun çocuklar yetiştirdiler.
Beriki odada çocuklarını televizyon ve bilgisayar başına oturtan ana-babalar, öteki odada televizyon karşısına geçip Survivor, Esra Erol, Müge Anlı, Gelinim Olur musun, Yemekteyiz gibi programlar izleyip mutlu olmaya çalıştılar.
Oysaki söz konusu programlarla bilinçaltına "kazanmak zorundasın ve karşında kim olursa olsun kazanmak için herşeyi yapacak, herkesi harcıyacaksın" anlayışı yerleştirilmekte, şiddet ve ahlaksızlık olağan hale getirilmekte, bu suretle de toplumun ahlaki ve kültürel değerleri yok edilmeye çalışılmaktadır...
Bilinmelidir ki batı kültürüyle formatlanmış programlarla tek tip insan yetiştirilmeye çalışılıyor, toplumlar köklerinden ve kültürlerinden kopatılmaya çalışılıyor. “Kadının sesi” gibi en ufak bir yararı olmayan programlarla “Eşimin haberi olmadan 8 yıldır kayınımla birlikteyim“ rezaletlerini hem bize hem de çocuklarımıza izlettiriyor, “Akraba kardeştir “ anlayışı ile büyütülen çocukların kafalarını karıştırıyorlar. Sözüm ona sanatsız sanatçıların tvlerde yayınlanan özel hayatları sayesinde, evliliğin ve tek eşliliğin pek de makbul birşey olmadığı fikri çocukların ve gençlerin bilinç altına yerleştirilmeye çalışılıyor...
Son söz;
Dünya, (George Orwell’in ütopik eseri Hayvan Çiftliğindeki gibi) bir hayvan çiftliğine dönüşmeden, insanı merkeze alan acil çözümlere ihtiyacımız var. Lütfen, kültürünüze sahip çıkın...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.