Bu haftaki yazımı cumhuriyetimizin 90. yılı anısına Atatürk ve spora ayırdım. Cumhuriyet Döneminden önce ülkemizde spor özel teşebbüsler aracılığıyla yapılmaktaydı. Büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da birkaç spor kulübünün kendi aralarında yaptıkları ve ara sıra Avrupa’dan getirttikleri ekiplerle futbol maçları yapmaları şeklinde faaliyetler yapılmıştır. Futbolla beraber güreş, tenis, eskrim, yüzme, bisiklet ve hokey faaliyetleri ferdî olarak yapılmıştır. Sporun belli bir merkeze bağlanması ve spor branşlarının federasyonlar altında toplanması Cumhuriyet Dönemi ile başlamıştır. Cumhuriyetin ilanından 1936 yılına kadar süren dönemde sporu, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakının yönlendirdiği görülür. Geçiş özellikleri gösteren 1936 – 1938 dönemindeyse Türk Spor Kurumu öne çıkar. 1938′den sonraki yılları kapsayan dönemde de Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, sporun ulusal ölçekte örgütlenmesi görevini yüklenir. Bu görevi 1986 yılından sonra ise Gençlik Spor Genel Müdürlüğü sürdürmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, ulu önderimiz, çağdaş ve modern bir toplum yaratmanın bütün olumsuzluklarını tespit etmiş ve gerekli çözüm yollarını da beraberinde halkının ve insanlığın hizmetine sunmuştur. Beden eğitimi ve sporun sağlam bir ırk oluşturmada ve yurt savunmasında önemli işlevi olduğunu fark eden ender liderden biridir. 1915 yılında Osmanlı Genç Dernekleri Genel Müfettişliğine atanınca, hazırladığı raporda ilk iş olarak okullardaki beden eğitimi ders saatlerinin artırılmasını o dönemin eğitim bakanlığına rapor olarak sunmuştur. Atatürk’ün ölümünü takip eden günlerde, o zamanlar yalnız Avrupa’nın değil, dünyanın en ünlü gündelik spor gazetesi olan ve Fransa da yayınlanan “L’Auto”, yayınladığı geniş bir makalede Atatürk’ün spora verdiği büyük önemi uzun uzun överken şunları da yazmıştı: “Dünyada ilk defa beden eğitimini mecburi kılan devlet adamı o oldu. Yalnız kağıt üzerinde, nutuklarda değil, bilfiil yerine getirdi. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri tesis ettirdi. Halk evlerinin spor kollarını bizzat murakabe etti. Milletin mukadderatına hakim olduğu günden itibaren Türkiye’de spor, gittikçe artan bir önem ve değer kazandı” Atatürk, ileride de izah edeceğimiz gibi, dünyada beden eğitimini ülkesinde mecburi kılan ilk devlet adamıydı. Onun “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” sözü de, yarattığı genç Türkiye devletinin geleceği için düşündüğü ana esaslardan biriydi hiç kuşkusuz. Nitekim Cumhuriyetin ilanından önceki günlerde hazırlanan hükümet programlarında da bunu görmek mümkündür. Hükümet Programı’nda bahsi geçen, “Terbiye-i Bedeniye Darülmuallimi”, çok geçmeden kurulup “Gazi Terbiyesi Enstitüsü” adı altında faaliyete geçmiştir.
Atatürk, Türk sporunun ilk öğreticilerinin yetiştirilmesi konusunda aceleci davranmıştır. Beden eğitimi öğretmeni yetiştirecek okul tesis edilmeden önce, Çapa Muallim Mektebinde özel bir kurs açılmış ve bunun başına, Avrupa’da Beden eğitimi öğrenimi yapmış olan Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmişti. Bu arada bayan beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek üzere de İsveç’ten iki bayan öğretim üyesi getirtilmiş, bunlarda Çapa Muallim Mektebindeki özel kurslarda görev alarak kız öğrenciler yetiştirmişlerdi. Atatürk, bu konunun üzerinde büyük titizlikle durduğundan, bu da kafi görülmemiş ve öğretmen adayları arasında, dokuz aylık kursta başarı gösterenler, ihtisasta bulunmak üzere, Avrupa’ya gönderilmişlerdi. Atatürk bu kursa subayların da katılmalarını özellikle arzulamıştı. Bu nedenle kursa katılıp başarı sağlayan subaylar da, askeri okullarda modern beden eğitiminin ilk tatbikatçıları olabilmeleri için, Avrupa’ya ihtisas eğitimine yollanmışlardı. Ankara da kurulan Gazi Terbiye Enstitüsü’nün Beden Eğitimi Bölümü için, Almanya’dan Kurt Dainans adında bir uzman öğretmen getirilmiş ve bu bilgili hoca tarafından, bu enstitünün beden eğitimi bölümü faaliyete geçirilmiştir. Bu sırada ihtisas için Avrupa’ya gönderilmiş bulunan asker ve sivil beden eğitimi öğretmenleri de yurda dönmüş, böylece genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk beden eğitimi öğretim kadrosu kurulmuştur. Türk sporcusunun temelini oluşturacak beden eğitimi ve spor uzmanları kadrosunun düzenlenmesine çalışılırken, Türk sporu da ciddi olarak ele alındı. Bu dönemde Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı, Türk sporunun ilk örgütü olarak kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. Türk sporunun iki büyük örgütünün, “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” ile “Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi”nin başında bulunan iki değerli spor adamı, İttifak başkanı Ali Sami (Yen) Bey ile Komite Genel Sekreteri ve Uluslararası Olimpiyat Komitesinin Türkiye temsilcisi Selim Sırrı (Tarcan) Bey bir araya gelip, Türkiye’nin 1924 Paris Olimpiyatlarına katılması gerektiğine karar verdikleri zaman, Türkiye Cumhuriyeti henüz ilk aylarını yaşıyordu. Avrupa’nın en güçlü devletlerine karşı yaptığı savaşlardan yeni çıkmış olan Türkiye’nin, bu büyük organizasyona katılmakla, yalnız sportif açıdan değil, politik açıdan da büyük yarar sağlayacağı muhakkaktı. Ancak ne İttifak, ne de Komite, böylesine bir masrafı karşılayabilecek parasal güce asla ve asla sahip değildi. Bu konuda Hükümetten yardım istenilmesi uygun görüldü. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de parasal yönden ciddi sıkıntılar içinde bulunduğu muhakkaktı. Buna rağmen, Atatürk’ün emir ve direktifleriyle Türk sporu için bir yardım yapılmış, yine aynı tarihli (16 Ocak1924) Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile 1924 Paris Olimpiyatları hazırlıkları için “şimdilik” kaydıyla 17.000 lira, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Merkez-i Umumiyesi emrine verilmişti. Bu kararnamenin altında Bakanlar Kurulu üyeleri ile birlikte toplantıya başkanlık eden, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in de imzası bulunuyordu.
ATATÜRK'ÜN SPORA VERDİĞİ ÖNEM
Atatürk’ün beden eğitimi ve spora verdiği önemi 18 Ağustos 1923 tarihli hükümet programında da görmek mümkündür. Programdaki şu satırlar dikkate değerdir: “Bireyin bedensel ve düşünsel yetenekleri gibi ahlâkî ve sosyal yetenekleri de geliştirilmeli ve bu amaçla beden eğitimi öğretmeni yetiştiren okul açılmalı, kulüpler ve gençlerin fikirleri zedeleyen politika ile meşgul olmamaları...” Nitekim çok geçmeden, Terbiye-i Bedeniyye Darülmualilmini (Gazi Eğitim Enstitüsü) kurulup Ankara’da hizmete girmiştir. Atatürk bunu da yeterli görmeyip, sınavla seçilen askeri ve sivil öğretmen adaylarının ihtisas için Avrupa’ya gönderilmesini sağlamıştır. Avrupa’ya giden bu gençlerden Sadi ile Suad Hayri Ürgüplü Başbakanlık yapmış, Vildan Aşir Savaşır da uzun yıllar Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü görevini yürütmüştür.
1924 yılında Türk sporunun temelini oluşturacak beden eğitimi ve spor uzmanlarını yetiştirme sorunu çözüme kavuşturulmuş, sıra Olimpiyat Oyunlarına katılma işine gelmişti. Türkiye savaştan yeni çıkmış, parasal yönden ciddi bir sıkıntı içindeydi. Ancak, emperyalizme karşı zafer kazanmış olan Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın en görkemli spor organizasyonuna katılmasının yalnız sportif açıdan değil, politik bakımından da büyük yararı olacağı muhakkaktı. Ekonomik sıkıntıya rağmen 16 Ocak 1924 tarihli kararname ile Olimpiyat Oyunlarına hazırlık için ve “şimdilik” kaydıyla 17 bin lira ve daha sonra 50.000 TL olmak üzere 67.000 TL (bugünkü 6700 cumhuriyet altını) ödenek verildi. Bu kararnamenin altında Mustafa Kemal’in imzası bulunuyordu. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, 1924 Paris Olimpiyatları’nda temsil edilmiş oldu. Yine 1924 yılında yürürlüğe giren “Köy Yasası” ile “nişan alma, cirit, güreş” gibi köy oyunlarını özendirmek, 1930 yılında çıkarılan “Belediye Yasası” ile de “çocuk bahçeleri, spor alanları, yerel ihtiyaçlara uygun stadyumlar yapmak ve işletmek” gibi yükümlülüklerin yerel yönetimlerce yerine getirilmesi zorunlu hale getirilmiştir. 1932 yılında Atatürk’ün talimatıyla halkevlerinin uğraş alanlarının içine spor da eklendi. Bu nedenle “Türk gençliğinde ve Türk halkında spor ve beden hareketlerine sevgi ve alaka uyandırılmalı, bunlar bir kitle hareketi, milli bir faaliyet haline getirilmelidir” diyen büyük önder daha o yıllarda, sporun kitle hareketinin de ötesinde bir “milli hareket” olduğunu söylemiştir. 1936 yılına gelindiğinde sporunun bir kamu hizmeti olduğu ve bu nedenle de devlet eli ile yürütülmesi gerektiği noktasından hareketle “Türk Spor Kurumu” kurulmuştur. TSK’nun kuruluş amacı şu şekilde belirlenmişti: “Temiz ahlâklı, yüksek karakterli, sağlam bünyeli, ulusuna inanan, gözü pek, yurdu korumayı en üstün amaç bilen ve bu uğurda bütün varlıklarını vermeye hazır olan bir spor gençliği yetiştirmek...” Türk Spor Kurumunun iki yıllık çalışmaları sonunda, 827 olan sporcu sayısını 27 bin 631’e, 13 olan bölge sayısını da 63’e çıkmıştı. Bu çabalar, 1936 Berlin Olimpiyat Oyunlarında ürününü verdi. 1936 Olimpiyat Oyunları, Türk spor tarihinde bir altın dönemin başlangıcı oldu. Türk sporcularından serbest güreşte Mersinli Ahmet Kireççi bronz, grekoromen stilde ise Yaşar Erkan altın madalya aldı, İstiklal Marşı ilk kez bu olimpiyatta çalındı ve Türk kızları ilk kez bu olimpiyatta ülkemizi temsil ettiler. Yaşar Erkan’ın kazandığı ilk olimpiyat şampiyonluğunu kutlayan Atatürk, Berlin’e şu telgrafı çekti: “Kendin küçüksün ama memleket için çok büyük bir iş yaptın. Artık adın Türk spor tarihine geçti. Çok yaşa Yaşar.”
Atatürk’ün direktifleriyle ve TBMM’de kabul edilen kanunla, 20 Haziran 1938 tarihinden itibaren 19 Mayıs günleri Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. 29 Haziran 1938 çıkarılan bir kanunla da bugünkü Türk Spor Örgütü’nün temelini oluşturan “Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Kanunu” kuruldu. Bugün bazı İstanbul kulüplerinin fanatik taraftarları, “Atatürk bizim takımı tutuyordu” deseler de o taraftar olarak değil, spora olan ilgi ve sevgisi nedeni ile birçok kulübü ziyaret etmiştir. Atatürk, denize ve doğaya âşıktı. Yüzmekten ve kürek çekmekten keyif aldığı da tarihsel kayıtlarda mevcuttur. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalması, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılabilmesi için sağlam kafalara ihtiyaç olduğuna inandığından, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” demişti. İşte onun spor politikası bu idi. Nur içinde yat Atam.
Kaynaklar: Spor Tarihi, A. Tunç, www.diyadinnet.com, Y. Tanyeri, Haber cem, www.forumgercek.com, www.yenimakale.com, www.ataturk.net, Türklerde Spor Tarihi, (Tuncer KURT, Mahmut KILIÇ, Muhammet Nuri KILIÇ, Fatih ÖZBAYRAKTAR)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.