Takip Et

Jeotermalde savcıllı öncesi ve sonrası-3

Önceki yazılarımızda Türkiye’nin enerji politikalarına kısaca değinmiş, değişik enerji türleri arasından jeotermal enerjiye nasıl geldiğimizi izah etmeye çalıştık.

Kızldere’de jeotermal alanının keşfedilmesiyle elektrik üretimi amaçlı ilk jeotermal kuyunun inşaatına burada başlanmasından sonra uzun yıllar jeotermal kirlilikten bahsedilmedi. Hâlbuki batıda bu konuda bir hayli mesafe ket edilmişti.

ÇED bağımsız bir hukuki enstrüman olarak ilk kez Amerika Birleşik Devletleri‟nde ortaya çıkmıştır. 1960‟lı yıllar boyunca kirlilik ve diğer çevre sorunlarının karmaşık ve birbiriyle ilişkili yapısının farkına varılması ve çevre sorunların ancak bütünsel bir yaklaşımla çözülebileceğinin anlaşılması, 1969 yılında ABD yasama organlarını Ulusal Çevre Politikası Kanununu (NEPA)10 hazırlamaya itmiştir (National Environmental Policy Act, 42 USC 4321- 4347).

“Jeotermal enerjinin de doğal kaynak grubuna girmesi nedeni ile sosyo-ekonomik açıdan “Jeotermal Kaynaklar” alanında yapılan ilk incelemeler olarak kabul edilebilir. Uluslararası Jeotermal Derneği tarafından 1995 yılında İtalya’nın Floransa kentinde düzenlenen Dünya Jeotermal Kongresi-1995’de gündemi oluşturan dört ana başlıktan biri “Çevresel Etki” olarak belirlenmiştir. Kongre kapsamında düzenlenen “Jeotermal Gelişimin Çevresel Yüzü” adlı kurs programında “Jeotermal Gelişimin Sosyo-Ekonomik Etkileri” ilk olarak detaylı olarak ele alınmıştır.

Japonya’da 2000 yılında düzenlenen Dünya Jeotermal Kongresi-2000’de yine sosyo-ekonomik etkiler çevresel etkiler başlığı altında ele alınmıştır. Yirmiye yakın araştırma içerisinden ancak bir tanesi araştırmanın sosyal etkiler konusunu çevresel etkiler içerisinde ele almış olan küçük ölçekli kırsal yerleşimlerde jeotermal potansiyel üzerine bir çalışmadır.

2005 yılında Antalya-Türkiye’de düzenlenen Dünya Jeotermal Kongresi-2005’de “Çevresel ve Sosyal Durum” ayrı bir başlık altında toplanmıştır. Otuza yakın bildiriden ancak dört tanesi jeotermal enerjinin bölgede yaşayan insanlar üzerindeki sosyo-ekonomik etkilerine yönelik araştırma ve politikaları o içermektedir. Filipinler, Endonezya ve El Salvador’daki bu çalışmalar konuları itibari ile az gelişmiş ülkelerin yoksul bölgelerindeki alternatif enerji politikaları üzerine geliştirilmiş planları incelemiştir.”

Tüm dünya ÇED’in gerekliliği konusunda hem fikir olmuş ve bu konuda tüm mevzuatını tam, zamanında ve eksiksiz uygularken bizler ne yazık ki bugün hala ÇED’in uygulanıp uygulanmamasını tartışmaktayız. Ve bugün ÇED raporunun düzenlenip düzenlenmemesi valilerin inisiyatifine bırakılmıştır.

Artık günümüzde batı ülkelerinde bizim anlayışımızda, sadece kâğıt üstünde var görünen veya uygunluğu onaylanan, denetlendiği bildirilen ÇED anlayışı ortadan kalkmıştır. Bizde ÇED uygulaması devlet kurumlarının “olur”larından ibaret hale düşmüştür. ÇED sonrası jeotermal denetlemeler yo seviyesindedir. Bugün ÇED raporları “mevzuat hazretleri” nin imza silsilesi haline gelmiştir. Yıpranmıştır, uygulanması kağıt üzerinde kalmaktadır.

ÇED raporu hazırlama bir sektör haline dönüşmüş, ÇED’E İHTİYACI OLAN ŞİRKETLERİN PARA İLE SATIN ALDIKLARI 100-150 SAYFALIK DÖKÜMANLAR DURUMUNDADIR. ÇED raporu hazırlayan şirketler, Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerde, devletin 50-60 yıl önceki veri ve raporlarına göre, internetten elde ettikleri, doruluğu tartışılır bilgileri harmanlayarak bu belgeleri oluşturmaktadırlar. Kopyala –yapıştır en pratik ÇED oluşturma yolu haline gelmiştir.

ÇED ön sunumları ise sadece halkın görüşünün alındığı-sözde toplantılarda-halkın anlayamayacağı teknik terimler içeren, kahvehanelerde, 50-100 cm’lik monitörlerde, karınca kafaları puntosunda yazı ve anlaşılmaz grafikler ile anlamaları istenen, uyduruk, baştan savmacı, yerinde ve yerelinde oluşturulmamış gerçekten uzak metinlerdir.

Devam edeceğiz. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.