Takip Et

JEOTERMAL ENERJİ NİÇİN TEMİZ DEĞİLDİR?-4

Jeotermal imtiyaz sahibi şirketlerin ve bunların savunucusu durumundaki çıkar çevrelerinin sık sık dile getirdikleri tez “jeotermal enerjinin temiz enerji “olduğu yolundaki iddialarıdır.

Biz de diyoruz ki 'Temiz enerji kimyasal içerik taşımaz. Taşısa dahi insan ve çevre ile temas etmemelidir. Ettiği takdirde temiz enerji olmaktan çıkar.' Ülkemizdeki jeotermal enerji konusunda en önemli sorun, jeotermal gaz ve akışkanların insan ve çevreyle temas etmesidir.

Böyle bir gerçekle karşı karşıya iken, jeotermal akışkan ve gazlarda hangi maddeler bulunmaktadır? Bunlardan hangileri insan sağlığı için zararlıdır? Hangileri bitki ve hayvanlara zarar vermektedirler? Hangilerinin miktarı insan sağlığını ve bitki verimini aşmaktadır? Hangileri bitkilerde ne miktarda birikirse zehir etkisi yapmaktadır? Hangileri içme ve sulama sularının kalitesini düşürmekte, suları zehirli sıvılar haline getirmektedir?

Elimizde bu soruların cevabını verecek pek çok araştırma bulunmaktadır.

Öncelikle bu alanda araştırmalar yapmış, değerli eserler yayınlamış başta Sayın Sevgi Tokgöz Güneş, Mebrure Badruk, Niyazi Aksoy ve pek çok bilim insanını saygı ile anmak isterim.

Buharkent Kızıldere jeotermal alanında ADÜ tarafından 1015 ve 2016 yıllarında yapılan iki araştırma, yukarıda adını saydığım bilim insanlarının araştırmaları yanında Sayın Dr. Sunay Dağ ve Mustafa Bolca’nın araştırmaları, birbirleri ile uyuşmakta ve hemen hemen benzeri sonuçları vermektedir.

Bu araştırmalarda bitkilerin, toprağın ve suların hangi kimyasaldan ne derece etkilendikleri bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Bu sonuçlara göre suyu, toprağı ve tarım ürünlerini en çok etkileyen ve jeotermal akışkanlar içinde yer alan kimyasallar ve miktarları özet olarak şu şekildedir:

Türkiye’deki jeotermal sistemlerin temelinde kimyasal kirlenme olgusu yatmaktadır. Tüm rahatsızlıkların özü bundan ibarettir. Her ne kadar Jeotermal imtiyaz sahibi şirketlerin yetkilileri inkar etseler de…

Jeotermal akışkanlarda yer alan kimyasalları, miktarlarını ve bunların etkilerini ayrı ayrı ele alalım:

Sülfat ve hidrojen sülfür : İnsan, hayvan ve bitkiler için toksik etki yaratan bu bileşik, ortalama 50 ppm düzeyinde tespit edilmiştir. Hidrojen sülfür de sülfatlar grubundandır.

 

Hidrojen Sülfür: Aydın ilinde kükürt ocağı, kükürt fabrikası bulunmadığına göre yegâne hidrojen sülfür kaynağı, jeotermal sistemlerdir. İhraç edilen kuru incirde hidrojen sülfür miktarı 13,97 mg/kg olarak ortaya çıkmıştır. Yakın zamanda Alaşehir kuru üzümünün bu sonuçla karşılaşması sürpriz olmayacaktır ve kuru üzümün yurt dışından dönmesi mukadderdir.

 

Bu araştırmalarda üç ayrı istasyondan alınan örneklerde bir litrede 69-76-33 mg. çıkmıştır. Hidrojen sülfürün kabul edilebilir üst sınırı 0,4 mg/lt olup jeotemal sistemler üst sınırın yaklaşık 65 ile 150 katı kadar bu zehirli maddeyi üretmektedirler.

 

Büyük Menderes’te yüzeysel sularda buharlaşma nedeniyle en yüksek oranda hidrojen sülfüre rastlanmıştır.

 

Tıbbi veriler, “Solunum yoluyla hidrojen sülfüre maruz kalan insanlarda en çok solunum sistemi, sinir sistemi ve gözler olumsuz etkilenir. Astımlı hastaların solunum ve sinir sistemlerinin olumsuz etkilendiği en düşük konsantrasyon 2 ppm'dir. Hidrojen sülfürden en olumsuz etkilenen kişiler astım hastaları, yaşlılar ve solunum yolları rahatsızlıkları bulunan çocuklardır. Hidrojen sülfür 500 ppm gibi yüksek konsantrasyonlarda birkaç nefeste öldürücü olabilir” sonucuna varmaktadır. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.