Takip Et
  • 30 Aralık 2016, Cuma

Yarın yılbaşı…

Sizlere nostaljik bir yılbaşı öyküsü anlatmak istiyorum. Belki gençlerimize de bir ışık olur.

Bir zamanlar kuru yemiş ve tombala, yılbaşı gecelerinin vazgeçilmez ikilisiydi. Yılbaşında veya bayramlarda el öperdik ya bir çikolata ya da mendil içinde harçlık olurdu. Kuru incir içine ceviz koyar öyle yerdik. Vaşinton portakalı soyardık, yerli malı Türk’ün malı diyerek. Berberlerde kahvelerde Hayat, Ses, Akbaba dergileri okunur, kayışlarda çelik usturalar bilenirdi. Evlerde ise job ve nacet marka jiletler baş tacımızdı. Çiztak çiztak müzikler daha moda olmamıştı. Sakız çiğner, topaç çevirirdik sokaklarda…

Sokak, mahalle mi kaldı şimdi? Koskoca balina, küçücük gömlek yakalarına nasıl girerdi anlayamazdık. Fırıncı Ali Kiriş’ten alınan kül ve kovalara dolan yağmur suyuyla yıkanan çamaşırın masmavi öküzbaşı civitle nasıl bembeyaz oluşunun sihrini çözemezdik ve ne hikmetse tahta tokaçla temizlenen çamaşırlar cırrtt diye yırtılıvermezdi. Koca sandık gibi Sierra radyomuzu dinler, ufkumuzu açardık. Türkiye’de 67 il vardı düne kadar, Zonguldak’ta noktayı koyardık. Kadınlar altın günleri olmadan birbirlerine giderdi. El işleri ve örgüler örülürken ince belli bardaklardan çaylar içilirdi. Yemek, yer sofralarında yenir, komşu, arkadaş ve dostlar sade dilde değil yürekte de vardı. Sıcak yaz akşamlarında aile olarak açık hava sinemalarına gidilirdi. İnsanlar, o zamanlar daha mı az yorgundu? Otobüslerde büyüklere yer verilirdi. Bafra, Yeni Harman ve Şanver şarap delikanlılığa ilk merhabaydı. Likör müydü o ufacık bardaklarda ikram edilen, ya içi fıstıklı akide şekerleri nerede şimdi?

Yenice sigarasının ara kağıdında yapılırdı aylık hesaplar. Kahve yüz gram öğütülmeden alınırdı. Evde el değirmeninde öğütülürdü. Kırk para, yüz para ve bir lira vardı çok değerli.. Kış günlerinde sucuklar, reçeller yapılır, turşular basılırdı. Ezanı hoparlörden dinlemez, sevdiklerimize faks çekmez, SMS atmazdık. Çocuklar toprağı saksıda değil, bahçede tanır, oyun oynarlardı. Çevre örgütleri yoktu ama yemyeşil güzel bir çevremiz vardı. 10 Kasımlarda gazeteler siyah başlıklarla çıkar, fabrikalar, trenler sirenlerini çalarak Ata’larını selamlardı. Ana yurt çelik ağlarla örülür, Ankara’yı ziyaret eden yabancı devlet büyükleri Anıtkabir’e götürülürdü.

YENİ BİR DÜNYA KURULACAKTI

Yabancı dilleri belki iyi bilemezdik ama Türkçe'yi iyi yazar, iyi konuşurduk. Kendimizi güzel ifade eder. Meramımızı anlatmakta zorluk çekmezdik. Kucak kucak çiçekler toplardık kırlardan Anneler Günü'nde…

Mustafa Kemallerimiz, İsmet Paşalarımız vardı, milletvekilleri, gerçekten milletin vekilleriydi…

Yeni bir dünya kurulacak, biz de o dünya da yerimizi alacaktık, buna inanırdık, inanmıştık…

Zira “Bin atlı akınlarda çocuklar kadar şendik, bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” Geleceğimizi geçmişten koparmadan kuracağımızı sanırdık.

Çok değil daha düne kadar yaşadığımız binlerce düş ve gerçek vardı. Dilimizden “Çocuktum, ufacıktım, top oynadım, acıktım ve Türk’üm özüm soyum uludur, yolum Türk’ün yoludur” dizeleri düşmezdi. Düşler ve inandığımız gerçekler ne oldu bilmem, yalnız 2016’da bir avuç değerlerimiz belki kaldı, belki de onlar da yok olma aşamasında… Kendi deyimleriyle, yaşı kemale eren insanların geçmişe olan özlemlerini yıllar geçtikçe daha iyi anlıyorum. Yaşamın eskiden daha zevkli, daha kolay olduğunu düşünüyorlar. Aslında bakarsanız her dönem insanı için bu düşünce geçerlidir. Geçen günler öncekinden daha iyi değildir. Belki uzak olan şeylere daha çok hasret duyulduğundan böyle düşünüyor da olabilirim. Eskiden her şeyin tadı bir başkaymış, ilişkiler, sevgiler, gülüşler, şarkılar, hayvanlar, bitkiler, doğa, kalite, insanlar ve her şey… Hepsi daha anlamlı, daha sade ve daha gerçekmiş. Doğallık günümüzde gittikçe yerini sahteliğe terk ediyor. Tüm insanlar artık aynı amaç uğruna yaşıyorlar. Sahip olmak istedikleri maddi değerler uğruna…

HERKES KENDİ BAŞINA BUYRUK

İnsan olmak ve bunun verdiği özelliğin ayrıcalığını ve farkını irdelemek, hissederek yaşamak, önemini kaybediyor. Bir avuç toprak için onlar bir gram petrol için yüzler; bir nebze hırs için binlerce insan gözünü kırpmadan feda edilebiliyor. Kimin umurunda sevgi, kimin umurunda şanlı tarih, gelenek, kimin umurunda güzelim ormanlar, mükemmel doğa?...

Nefret, para, söz sahibi olma tutkusu almış yürümüş. İsyankar ruhlar çoğalıyor. Herkes kendi başına buyruk… Bir toplum madden ve manen gelişmek, dünyada söz hakkına sahip olmak istiyorsa bazı örf, adet ve gelenekler değişmemeli ve onlara saygı duyulmalıdır. Milli mücadele tarihimiz, özümüz korundukça toplum tarafından benimsendikçe her şey daha güzel, eskisi gibi daha anlamlı, daha bütüncül çok daha güzel olabilir diye düşünüyorum.

Yarın yılbaşı... 2017’de ocağımız tütsün, yaşamımız sürsün, yüzünüz hep gülsün.

Hepinize sağlıklı, mutlu, başarılarla dolu acısız, sızısız, şehitsiz, kazasız, belasız yeni bir yıl diliyorum. Umutlu ve mutlu bir yeni yıl olsun sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.