Takip Et
  • 2 Şubat 2018, Cuma

HAY, DİLİNİ...

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Yüksekokulunda okurken ışıklar içinde uyusun Tahir Alangu isimli bir edebiyat hocamız vardı. Enteresan bir tipti. Tahta ağızlığı ile sigarasını içer, biz öğrencilerine “Mollalar” diye hitap ederdi.

Bir gün zart diye giriyor sınıfa, gözünde şişe dibi gözlükler, elinde tahta ağızlığı, ağır, ağır yürüyor kürsüye saçı epeyce dökülmüş, kararlı dev adam. Kırlaşmış pos bıyıkları gülümseyen ağzını saklıyor.

- Oturun! diyor, isteksizce yarım ayağa kalkmış ve gereken suskunluğa henüz ulaşamamış olan bizlere. Şöyle bir bakıyor sınıfa. Biz de ona bakıyoruz. Sırıtıyor. Biz de gülsek mi acaba?

- Mollalar, o önünüzdeki, üstünde “Edebiyat” yazan kitap okunmayacak! Ananıza babanıza söyleyin size birer gramer kitabı alsınlar yazım dilini bilmeyen okuyamaz, okusa da bir şey anlayamaz diyerek çekip gidiyor sınıftan. Yazım ve söylem hatalarını asla kabul etmeyen hocamız kızdığı zaman azıcık şaka yollu, derdi ki: “Sizi dövmek istiyorsam önce benden dayak yemenin ahlakını üretirim… Böylece işim çok kolaylaşır!" Bu bir kabullenmenin alt yapısını öğretmekti.

Şimdi sağ olsa “çıkarın kağıtları” dese, herhalde ortaya çıkan sonuç hayli sefil olurdu. Pek çok kişi, bırakın sınıfı geçecek kadar not almayı, hocamı “iyi bari, en azından Türkçe anlayabiliyorsun” dedirtecek seviyede kızdırabilirdi.

Genellikle “ufak tefek” sayılan imla hatalarına takılmak ve hataları düzeltmek, işi doğrudan Türkçe veya dilbilgisi ile olmayanlar için gereksiz bulunur. Hatta bugünün “Bişşşey olmaz”, “her yol mübah”, “bas geç” dünyasında hakikaten “bişşş” olmuyor. Mesajlaşmalarda, kişisel maillerde, iş maillerinde, iş ilanlarında, hatta basında, kitaplarda, televizyonlardaki altyazılarda bile kabul edilemez Türkçe hataları yapılıyor ve artık pek de mühim bulunmadığından olsa gerek, düzeltilmeyen yanlışların iyice yerleşmesine sebep oluyor.

Eğer Tahir Alangu hocam sağ olsaydı “hay dilinizi eşek arısı soksun” derdi.

Örneğin mesajlaşırken “şu an”a ŞUAN demeyen, bağlaç olan de’leri, ki’leri, soru eki olan mi’leri ayrı yazabilen, ŞEY, YANİ, AYNEEEN demeyen birini bulursanız onu “ Mavi Boncuk” filmindeki Emel Sayın muamelesi yaparak halıya sarıp kaçırın ve diğer insanlardan saklayın.

Bu imla hataları, daha doğrusu imla hatalarını görmezden gelme trendi şüphesiz 90’ların sonunda, mobil mesajlaşma hadisesiyle başladı. Hatırlayın mesajlaşmanın tek çaresi SMS iken, ekonomi için uzun bir metni sıkıştırırdık. Mesajlarımızı tek parçada göndermeye çalışırdık, hatta sesli harfleri atardık. Şimdi her şey değişti. Artık elimizde sınırsız mesajlaşma seçeneği var. Bu defa da vaktimiz yok herhalde! “Ben” ve “de” arasına bir boşluk ekleyecek kadar vaktimiz yok, ya da ŞUAN diye bir kelimenin olmadığını öğrenmek için vaktimiz yok. Bunu ipleyen de yok…

Peki imla hataları gerçekten o kadar önemsiz mi? Sadece işi yazmak olanların meselesi mi?

Hiç sanmam. Bakınız birkaç yıl önce Türkiye’nin büyük iş adamlarından birisi “Grameri zayıf olan insanları işe almam. İşte nedeni...” başlıklı bir yazı yazmıştı.

Bu iş adamı Türkçede delirten “bende” “gelmiyormusun” “şuan” gibi kelime hatalarına ve bunları yapanlar konusunda hocam gibi hayli gaddar…

Aslında sözlerini okuduğunuzda, o kadar da haksız olmadığını görüyorsunuz.

Diyor ki “Dilbilgisi umurumda değil.” Diyenlerin başka konularda da kolaylıkla “umurumda değil” diyeceğini varsayabilirsiniz.

Gramer, güvenilirlik demektir, özellikle internette. Blog yazılarında, Facebook zaman tünellerinde, e-postalarda, şirketinizin yazışmalarında sözleriniz, sahip olduğunuz tek şey ve sözler, fiziksel varlığınızın bir izdüşümüdür.

Hani bir söz vardır: “İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, sözleriyle uğurlanır.” diye.

Bakın ne kadar önemli bir cümle: Sözler, fiziksel varlığımızın izdüşümüdür… Bedenen var olmadığımız bir dünyada, yani günümüzün sosyal medya dünyasında sözler, kim olduğumuzu gösteriyor.

Bedenen var olduğumuz dünyada üst, baş, tavır, tanımadığınız insanlarla kurduğunuz iletişim, sokaktaki davranışlarınız, çocuklara ve yaşlılara yaklaşımınız veya vücut diliniz sizinle ilgili bir şeyler söylüyor da dilbilgisi neden söylemesin?

Şirket yazışmalarında “aynen BENDE öyle düşünüyorum. YALNIZ ŞUAN toplantıdayım” yazan bir çalışan müşteriye “Dilbilgisine dikkat etmeyen bir şirket, pek çok detayı kaçırabilir” mesajı vermez mi?

Her nasıl bir iş görüşmesine başınıza tersten kondurulmuş bir beyzbol şapkası, altınıza yerleri süpüren bir pantolon geçirip patronun odasına “YO! ADAMIM!” diye girmiyorsanız, dilde de benzer bir yaklaşım gerekmiyor mu?

Özel yazışmalarda da aynısı geçerli. Bakın söylüyorum, bir WhatsApp grubunda, birisi sekiz yüz elli soru işareti eşliğinde “Tozmu bibermi???” “ŞUAN nerdesin???” “Sendemi geliyorsun???” “Sende geliyormusun???” yazdığında gruptaki biraz Türkçe bilenler ense köklerinden ürperiyor, soğuk terler döküyor, tansiyonu düşüyor, haberiniz olsun.

Konu kadın erkek ilişkilerine geldiğinde de benzer bir durum söz konusu. Pek çok insan için dilbilgisi kurallarını iplememek insanı karşısındakinden soğutan, cazibesinden alıp götüren en büyük sebep ve neden oluyor.

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.