Takip Et
  • 29 Mayıs 2015, Cuma

Bir edebiyat dehası, şairlerin hası...

Benim en çok sevdiğim şairlerdendir Yahya Kemal Beyatlı. İki öğrencisini de edebiyatla biraz ilgisi olanlar hemen tanıyacaklardır. Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet Ran… Deniz lisesinde öğrenciyken ikisinin öğretmenliğini Yahya Kemal yapmıştır.

26 Mayıs 2015 tarihi Necip Fazıl Kısakürek’in 111. doğum yılıydı. Bu vesile ile size biraz ünlü ve üstad şairimizden bahsetmek istiyorum.

“Cenazeme çiçek ve bando mızıka gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum... Fakat bu konuda bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiğini de beni sevenlerce malum … Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna…”

Çile şiirinde şu satırlar vasiyetini teyit eder niteliktedir.

“Son günüm olmasın çelengim top arabam

Beni alıp götürsün dört inanmış adam…”

Bundan 111 yıl önce 26 Mayıs 1904 tarihinde doğan Necip Fazıl Kısakürek’ in vasiyetindeki bu cümlelere şaşırmamak lazım aslında.

Saidi Nursi’ye yakınlığı İsmet Paşa’ya yaptığı muhalefet nedeniyle çıkardığı Büyük Doğu dergisi 16 kez kapatılan, aylarca hapiste yatan üstadı zaten hiç kimse o merasimli top tüfek sesleri arasında defnetmeyi aklına getirmemişti.

Çünkü ünlü şairin hayatı kavgalar ve mahpusluklar arasında geçmişti. Tıpkı çağdaşı ve okul arkadaşı Nazım Hikmet gibi…

Biri sağın diğeri solun iki kahramanı zaman zaman birbirlerine pençelerini gösterseler de aralarında adı konmaya bir saygı vardı.

Nazım, Sultanahmet Ceza evinde yatarken Necip Fazıl onu ziyarete gitmiş ve ona şöyle demişti:

”Benim rejimimde olsak seni asardım, fakat bu hiçlik rejiminde fikirsiz ve imkansız seni süründürmesinden müteessir oldum Nazımım, onun için ziyaretine geldim…”

Nazım da bu sözlerin karşılığı olarak:

“Benim rejimim başta olsa ben de seni asardım sonra da dar ağacının başında ağlardım. Bil ki bu soylu tarafının daima takdircisi olacağım.”

Necip Fazıl yine bir röportajında kendisine Nazımla ilgili bir soru soran muhabire sinirlenip şu cevabı vermişti. "Yahu sen ne diyorsun ben sağcıymışım da , Nazım solcumuymuş da birbirimizin düşmanıymışız da, yok daha neler… Ulan hıyar biz Nazım’la bütün gün siyaset tartışır, akşam olunca da Beyoğlu’nda beraber kız peşinde koşardık be!..."

Fakat sanmayın ki hep böyle tatlı sert yürüdü gitti ilişkileri.

Aralarındaki çatışmanın doruğa vardığı günlerde Necip Fazıl şöyle seslenecekti Nazım’a:

"Nazım Hikmet! Nafile çabalıyorsun. Sana kızmıyorum. Kızmayacağım. Hiçbir operatör, ameliyat masasında kendini yumruklayan hastaya hiçbir gardiyan parmaklığın gerisinden kendisine küfreden bağıran mahkuma, hiçbir hakim, savcı darağacı önünden kendisine bağıran küfür eden idam mahkumuna kızamaz… (…) İşte açıkça söylüyorum: ben senin kabusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?”

O sıralarda Necip Fazıl müthiş kumar oynamakta büyük paralar kaybetmekte ve parasız kaldığında devrin Başbakanı Adnan Menderes’ten para talep etmektedir.

Yukarıdaki sözlerine Nazım’dan cevap gecikmez:

“Sevgili Necip, ismin temiz demek, Necip temiz demektir, benden iyi bilirsin … Necip’i necis (pis) yapma. Sen en cihanşümul (evrensel) eserlerini beş parasız Paris sokaklarında dolaşırken vermiş bir şairsin; cebin para dolacak diye ruhun pare pare olmasın. Bilirim kalemin kıvraktır lisanın çeviktir, bilirim üç satırda ruh üflersin kağıda. Bilirim o lisan ı mücerred dilinle Babı Ali Yokuşu’nun yollarını yalaman beni kahrediyor. Necip…”

Mekanı cennet olsun taban tabana zıt görüşlerdeki bu iki usta şairin birbirlerine duyduğu derin saygı da, bugünün sığ siyaset arenasının aktörlerine biraz ders olsun. Onunla ilgili bir anımı sizlere aktarmak istiyorum. Bundan yıllar önce Aydın’a gelmişti. Sırtını eski Turistik Park binasına vermişti. Ben de gazetecilik yapıyorum. Yanına oturdum kendimi tanıttım ve ilk sorumu sordum: Üstat düşüncelerinizle yaşamınız birbiriyle çakışıyor mu yoksa çatışıyor mu?

Beni dikkatle süzdü. Etrafımızda hayranları ve gençlerden oluşan büyük bir kalabalık vardı.

“Beni yormayın ben daha size çok lazımım” dedi ve başka soru sormama müsaade etmedi.

Ölümünü oğlu Mehmet şöyle anlatıyor:

"Hasta yatağında yatarken bana kendisini kaldırmamı ve koltuğa oturtmamı istedi. Koltuğa oturttuktan sonra bir sigara yakıp vermemi istedi. Arkamı dönerek sigarayı yaktım ve verdim. Bir nefes çekti ve 'Vay be! Demek ki ölüm insana böyle geliyormuş' dedi ve ruhunu teslim etti.”

Gelin yine üstad Necip Fazıl’ın onlara yakışan şu mısraları ile noktalayalım yazıyı:

“Ne kervan kaldı ne at hepsi silindi gitti..

İyi ve güzel insanlar, iyi ve güzel atlara binip gitti…”

Hepinize iyi hafta sonarı sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.