Takip Et
  • 8 Mayıs 2015, Cuma

Bir romanın roman gibi öyküsü…

CHP, bu seçimlerde ilk kez bir romanı aday gösterdi. Aynı zamanda Türkiye’deki 6 milyon romanın da temsilcisi olacak Özcan Purçu’nun hayat hikayesini kendi anlatımıyla okuyalım:

“Söke’deki naylon çadırda doğduğumda 1,5 kiloymuşum. Annemin sütü gelmeyince 'Bu çocuk yaşamaz be!...' demişler. Ama babam birkaç kilometre uzaktaki bir çiftlikten inek sütü alarak beni beslemeye başlamış. Böylece ilk 10-15 günü ölmeden atlatmışım. Aksilik bu ya, bir süre sonra benim sütünü içtiğim inek ortadan kaybolmuş! Çiftlik sahibi babamdan şüphelendiğini söyleyince, jandarmalar soluğu bizim çadırda almışlar! Babamın 'Vallahi ben çalmadım! Çalsam burada olur. Ayrıca koca ineği kesip yememizde mümkün değil, suçsuzum…' diye yalvarmasına rağmen jandarma ikna olmamış! Kelepçeleyip karakola götürmüşler. Suçu orada da kabul etmeyince, başlamışlar işkenceye… Bir su, bir elektrik… Yer misin, yemez misin? Bu böyle 10 gün sürmüş. Bakmış işkenceden kurtuluş yok, çaresiz suçu kabul etmiş. Tamam demiş. Ben çaldım.

Böylece işkenceden bitkin düşen jandarmalar derin bir 'oh' çekmişler. Babamı mahkemeye çıkarıp, cezaevine atmışlar!..

Allah’ın büyüklüğüne bakın ki siz kaybolan inek 3 ay sonra ortaya çıkmaz mı!.. Hem de nerede biliyor musunuz? Çiftlik sahibinin kardeşinin bahçesinde!.. Meğer iki kardeş arasında miras anlaşmazlığı varmış. Küçük olan 'Bu inek bana kalmıştı' diyerek alıp ineği götürmüş!...

Babam ceza evinden çıkmış, dosya kapanmış. Ama hala rüyalarından 'ineği ben çalmadım' diye bağırarak uyanır!... Biz sepet yapar, satarız. Aydın Söke’deki topluluğumuz uyuşturucu işine bulaşmaz, suç işlemez, sabıkamız bulunmaz. Sattığımız sepetlerin karşılığında fasulye, bulgur, nohut, şeker, pirinç vs. alırız. Çünkü onlardan başka gıda bilmeyiz! 3-4 çuval erzak için ellerimizde sepetler, diyar diyar dolaşırız.

Hiç unutmam yine göçteyiz. O sırada henüz 7-8 yaşlarındayım. Büyüklerimiz Fethiye yakınlarında ulu bir ceviz ağacının altında durmaya karar verdiler. Kamyondan eşyalarımızı indirip çadırlarımızı kurduk. İşler bittiğinde güneş batmış, ilk karanlıklar bize yaklaşmaya başladığında ateşler yakıldı, yemekler tencerelere konuldu. Tam yemek yiyeceğiz jandarmalar geldi. Komutan, 'Buradan 10 dakika içinde gideceksiniz' dedi. Biz itiraz ettik. 'Kamyoncu yükümüzü bırakıp gitti, onu çağırmamız lazım. O arada çadırlarımızı söker, kamyon gelince de gideriz' desek de komutana dinletemedik. Kısa süre sonra arkasında romörk olan bir traktör göründü. Çadırlarımızı aceleyle söküp, traktörün römorkuna bindik. Komutan sürücünün kulağına bir şeyler söyledi. Adam da kafasını salladı. Önde biz, arkada jandarma aracı, karşıdaki dağa doğru gittik. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yere gelince durduk. Komutan; 'Burada kalacaksınız, sizi başka bir yerde görmeyeceğim' deyip gitti.

İnanmazsınız, meğer bizi bıraktıkları yer akrep kaynıyormuş!..

Yastığa başımızı koyar koymaz akrepler hepimizi sokmaya başlamasın mı?.. Akrebin iğnesini yiyen acılar içinde çadırdan fırlıyor, onları gören çocuklar çığlıklar atarak kaçışırken akrepler, onları da sokuyor!.. Anlayacağınız korkunç, kabus gibi bir geceydi.

Hastaneye nasıl gittik, yoksa birileri tarafından mı götürüldük hiç hatırlamıyorum! Ama o korkunç geceyi hala unutamıyorum.

Hayal bile kuramamanın acısını derslerden çıkaran bir öğrenci olarak, Söke Lisesi'ni birincilikle bitirdim. Mezuniyet töreninde konuşma yapacağım söylendi. Konuşma metnimi kolayca yazdım. Kardeşim de çöpte kovboy çizmesine benzeyen bir çift ayakkabı buldu. Denedim, birkaç numara küçük geldi. Olsun parmaklarımı içeriye doğru kıvırarak ayaklarımı küçültürüm diye düşündüm. Nitekim ayaklarımı çizmeye sokmayı başarınca silip boyadık, tertemiz hale getirdik. Böylece sahneye yırtık ayakkabılarla çıkmaktan kurtulmuştum!

Tören sabahı ayakkabıların vurmasına aldırmayarak heyecanla okula doğru yürümeye başladım. Bizim toprak yolu geçtim. Okulun avlusuna girince, birden bire 'çak, çuk' diye sesler çıkmaya başladı. Meğer çizmelerin altına nal çakmışlar, avludaki parkelerde acayip sesler çıkarıyor! Sesi duyan müdür dışarı fırladı. 'Oğlum yavaş yürü, parkeleri kıracaksın, onları yeni yaptırdık' diye bağırmaya başladı.

Neyse ayakkabılarımın ucuna basarak, salonda bir kenara oturdum. Konuşma sırası bana gelip kürsüye doğru ilerlemeye başlayınca, yine “çak,cuk” sesleri salonu inletmez mi? Tabii herkes gülmekten kırıldı!..

Sepet satmak için 15-20 çadır toplanıp, Muğla’nın Milas ilçesine gittik. Garajın karşısına çadırlarımızı kurduk. Gün batımına doğru ateşler yakıldı.Tam tencere kaynatılacak, bir araba dolusu sivil polis geldi.Araçtan iner inmez hiçbir şey sormadan ellerindeki coplarla hepimize sıra dayağı atmaya başladılar. Kambur Rafet abi adında biri vardı, onun kamburuna öyle bir cop patlattılar ki adam yüzükoyun yere çakıldı, kamburu bile dümdüz oldu! Sıra dayağı bitince çekip gittiler. Bizler de ağlaya ağlaya çadırlarımızı söktük, tozlu yollarda bilemediğimiz serüvenlere ve yeni dayaklara doğru ilerlemeye başladık!

Unutamadığım bir olayı da bizimle ilgili açılımdan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik’le Yıldız Sarayındaki buluşmamızda yaşadım. Türkiye’nin her tarafından temsilcilerimiz gelmiş, herkes heyecanla Bakan’ın ne diyeceğini bekliyor. Ama onun önünde kocaman bir klasör, kafasını kaldırmadan içindeki evrakları imzalıyor. O sırada arkadaşlardan biri: 'Sayın Bakanım milletvekili adaylarının belirlenmesine 3 hafta kaldı.Aramızdan bir kişiyi AKP’den aday yapamaz mısınız? Böylece lafta kalmamış olur' deyince Bakan onun yüzüne bile bakmadan 'Yahu dün bir bugün iki. Ne çabuk da siyasetçi oldunuz? Önce bir muhtar seçilin, sonra parti teşkilatına girin, belediye meclis üyeliği yapın, çok çalışın zamanı gelince aday da gösterilirsiniz!' diye cevap verdi.

Biz de içimizden 'ölme eşeğim ölme!' dedik. Açılımın sadece 'şov'dan ibaret olduğuna orada kanaat getirdik. Okuduklarınızı CHP'nin İzmir 1. Bölgeden 4 .sırada aday gösterdiği roman yurttaşımız Özcan Purçu anlatıyor. Bir romanın roman tadında öyküsü…

Hepinize iyi hafta sonları sevgili DENGE okurları.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.