Sevgili okurlarım, iki aydan beri dünyanın gündeminde bir numaralı problem Musul. Bütün batının ve Amerika’nın gündeminde en önemli siyasi olay Musul’un DAEŞ’ten kurtarılması gibi gösterilmesine rağmen bu Musul olayının Ortadoğu’yu daha nasıl karmaşık hale getireceğinin projeleri havada dolaşmaktadır. Hatta o kadar ki Amerika’daki başkanlık seçimi dahi Musul olayının yanında önemsiz bir vaka haline geldi. Buradan şunu anlayabiliriz ki emperyalist Batı ve Amerika’nın tek düşüncesinin Musul olayı ile ilgili İslam ülkelerini terörün merkezi olduğunu dünya kamuoyuna göstermek ve bunun sonucunda İslam eşittir terörizm olgusunu hakim kılmaktır. İkincisi de Musul ile birlikte Ortadoğu petrollerinde Batı’nın hakimiyetini pekiştirmektir. Bütün bunlar olurken İslam ülkeleri ne yapmaktadır. Türkiye’nin haricindeki İslam ülkeleri, senaryosu batıda yazılan oyunu seyretmekten başka bir şey yapamamaktadır. Türkiye’nin cumhurbaşkanı her gün toplantılar yaparak bu oyunu bozmak için çırpınmaktadır. İslam ülkeleri ise bu vahim durum karşısında ilgisiz, alakasız ve ruhsuz bir şekilde tam bir çaresizlik içerisinde dramatik tiyatroyu seyretmektedir. Üstelik yüksek bir bedel ödeyerek.
Halbuki Musul’da çok ciddi bir vahim durum söz konusudur. Musul’u kurtaracağız diye yola çıkıldı. Batılılar ve Amerika yanmakta olan bir arabanın üzerine benzin dökmektedirler. Musul şehri sünni bir şehir ve nüfusu iki milyon civarında, Bağdat hükümeti ise Şii mezhep taassubunun hakim olduğu bir iktidar. Amerika, İngiltere ve benzeri batı ülkelerinin başkanlığında burada bir mezhep savaşı çıkarsa Ortadoğu bir kan gölü haline gelir. Bu ülkelerin içinde İngiltere diye bir ülke var. Yüz elli yıldan beri Ortadoğu’da en büyük oyun kurucusu ve bu bölgenin bu hale gelmesinin tarih önünde en büyük suçlusudur. Bana göre bu İngiltere’nin yüzyıldan beri idarecilerini(özellikle 1917 1930 yılları arasındaki) savaş suçlusu olarak mahkemede yargılanması gerekmektedir. Bunu tarihçi bilim adamları ile görüştüğünüz zaman anlayabilirsiniz.
Bütün bunların başlangıcı 1922 yılında tarihten silinmesi ve hilafetin kaldırılması ile başlamıştır. 1910’lu yıllardan itibaren bu İngilizler sayesinde Ortadoğu’daki ülkeler küçük küçük devletlere bölüştürülmüştür. Yani Bay İngiltere tarafından kabileler kabile devletine dönüştürülmüştür. Çünkü büyük bütün küçük parçalara ayrıldığı zaman onlar yok etmek çok daha kolay bir hadisedir.
Geriye dönün bir bakın, hilafet İstanbul’a payitahta geçtikten sonrasında Ortadoğu dört yüz yılını en ideal bir şekilde huzurlu geçirmiştir. Sünni ve Şiiler arasında bu boyutlarda olaylar olmamıştır. Osmanlı yıkıldı, hilafet yok edildi, dünya Müslümanları bahtsız kaldı, İngiltere her tarafta nifak tohumları ekti ve Ortadoğu bu hale getirildi. Bu açıdan bakılırsa tarih önünde en büyük suçlu İngiltere’dir. Bizim ülkemizde kendisini aydın zanneden bazı kafalar, hilafet müessesesi kaldırıldığı zaman bunu çok hayırlı bir iş olduğunu ülkemizin bütün okullarında eğitimde okuttular ve beş kuşak hilafet düşmanı olarak yetiştirildik. Halbuki hilafet müessesesi dini bir kurumdur. Dinin manevi otoritesinin insanlar üzerindeki fiziki tezahürüdür. Bundan dolayı dinin manevi otoritesinin geniş halk yığınlarındaki tezahürünün doğal sonucuyla birlikte siyasi gücü de ortaya çıkmıştır. İşte bu doğal siyasi güç 19. ve 20. Asırdaki emperyalist ve sömürgeci batı kapitalizmini ve özellikle İngiltere’yi rahatsız etmiştir(doğal enerji kaynaklarının ortaya çıkması münasebetiyle) İstanbul’dan en uzaktaki bir Müslüman’ın dikkatle izlediği ve takip ettiği ve hayatını ona göre tanzim edebildiği korkunç boyutlarda bir manevi silahtır. Bu korkunç manevi silahın bereketini bedelini o asırda yaşayan Müslümanlar gördüler zaten. Birbirlerinin arasında sevgi çoğaldıkça Dünya ve Müslümanlar barış ile tanıştı. Hiçbir Müslüman’ın burnu dahi kanamadı. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra dünya yirmi beş sene içerisinde iki Dünya Savaşı’nı yaşadı. Yüz milyonlarca Batılı ve doğulu insan bir hiç uğruna(vahşi kapitalist batı emperyalizminin iğrenç hedefleri) toprağın altına gitti. Şimdi ise 3.Dünya Savaşı’nın planları Ortadoğu2da tasarlanmaktadır coğrafya olarak. Batı iki dünya savaşından dersini çok iyi aldığı için. Bu hilafet meselesi çok enteresan bir olaydır. Sosyolojik ve tarihi olgudur. Batı dünyasına bir göz atalım İtalya’nın Roma şehrinin bir mahallesinin adına Vatikan demişler. O mahalleyi bir siyasi ve dini devlet haline dönüştürmüşler ve Hristiyan şeriat devletini o mahallede Vatikan’da kurmuşlar. Fiziki coğrafyası İncirliova ilçemiz kadar olan bu Vatikan ülkesinin siyasi ve manevi coğrafyası ise dört kıta olarak belirlenmiş. O küçük mahalleden verilen bir fetva Arjantin, Meksika ve Brezilya gibi çok uzak ülkelerde bir manevi mir haline dönüşmüş ama bu ülkeler asla gerici yaftasını yememiş ama İslam payitahtındaki İstanbul hilafetten uzaklaşınca ilerici bir şehir ve ülke haline dönüşüvermiş ne hikmetse bizim ülkemiz. Halbuki Vatikan devletine baktığımız zaman bir Hristiyan hilafet merkezi ve ülkesi olduğunu anlamamız gerekir ama bize bunu anlatmayan bir gizli güçler varlığı. Bize bunu göstermediler. Şimdi yine dönelim kendi Musul meselemize. Bu mesel e ile ilgili çok çözüm yolları var ama bir tek önemli meseleden bahsedeceğim ama bunu söylemeden önce Türkiye’nin demokrasi tarihinden iki liderden bahsedeceğim Irak ve Musul ile ilgili olarak. Şehit Başbakanımız Adnan Menderes(Allah rahmet eylesin.) Demokrat Parti’nin 8. yıl iktidarında(1958) Irak, Pakistan ve Türkiye olarak meşhur Sadabat Paktı’nı kurdular. Irak’ı emperyalist İngiliz ve batının emrinden kurtarmak amacıyla kurulan bu Sadabat Birliği dikkat edin bu üç ülkenin liderlerinin ortadan kaldırılması ile sonuçlandırılmıştır. Şehit Başbakanımız Menderes’in idam edilişinin temellerini bu uluslararası boyutta bulabilirsiniz. Yoksa 27 Mayıs’ta albayların yiyecek olduğu bir nane değildir bu. İkinci liderimiz ise Merhum Turgut Özal olmuştur. 1991 Körfez krizi esnasında(Baba Bush’un zamanında) Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir söz söyledi Merhum Turgut Özal ‘’Musul ve Kerkük’ü Türkiye olarak girsek ve alsak ne olur’’ bu sözü söyleyen Turgut Özal tam iki yıl sonra enteresan bir şekilde hayatını kaybetti. Şimdi ise bu liderlerin üçüncüsü olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın on küsur senedir başına gelenleri ve özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsünü Pensilvanya’daki kıytırık bir hoca efendinin tek başına düzenleyebileceğini savunan bir tek Allah’ın kulu yoktur. Cumhurbaşkanına yapılanları uluslararası güç odaklarının tezgahı olduğunu bilmeyen de yoktur. Bu açıdan üçüncü devlet adamında şeytan ve onun emrindeki insani yaratıklar başarıya ulaşamamıştır.
Çözüm yolunu Türkiye’den başka hiçbir İslam ülkesi ve başkanı yapamaz. Bunu ancak ülkemizin Cumhurbaşkanı yapabilir. Şunu teklif ediyorum önümüzdeki günlerde en kısa zamanda yeryüzünde yaşayan bütün İslam ülkelerinin devlet, hükümet ve dini başkanlarının İstanbul’da toplanması ve acilen Musul meselesi üzerinde hızlı kararlar alarak dünya kamuoyuna bildirmesinde büyük faydalar görüyorum. Tek amacımız Müslüman kanı akmasın, Müslümanlar birbirine düşman olmasın. Bunun sonucunda da tekrar yeryüzünde bir İslam dirilişi ortaya çıksın. Çünkü Allah’ın İslam’ında Müslümanlık yani İslamiyet Şia ve Sünni diye ikiye ayrılmadığından dolayıdır. Bu açıdan Müslümanlar arasındaki bu nifakı başlatanlar, devam ettirenler hiç şüphesiz ki Allah’ın lanetlemiş olduğu insanlar veya devletlerdir. Yüzyıldan beri Şia ve Sünni ayrımını körükleyen İngiltere ve Amerika bu anlamda Allah’ın lanetlemiş olduğu ülkelerdir. Zira biz Türkler İngiltere ve Amerika gibi mazide güçlü olduğumuz zamanlarda hiçbir zaman Katolik ve Protestan ayrımına nifakçılık yapmadık, körüklemedik. Tarih buna şahittir.
Çünkü dünyada İslam hakim olursa barış gelir, halim olmazsa bugünkü gibi Ortadoğu kan gölüne dönüşür. Cumhurbaşkanımızın çırpınışını da bu çerçeve de değerlendirmek gerekir. Yüce Rabbimiz yeryüzünde özellikle Ortadoğu bölgesinde yaşayan bütün Müslümanlara siyasi bilinç, dini şuur ve onun gereği olan aktivite nasip etmesini yürekten diliyor ve Musul’da bir mezhep çatışmasının olmaması için kardeşlerimi duaya davet ediyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.