Şehit güvenlik güçlerimizin aziz hatırasına
Güzel ve büyük ülkemizde siyasi içerikli terör olayları hızla büyüyerek ilerlemekte, bunların sonucunda ülkemiz bu olaylardan geniş kapsamlı etkilenmekte, bireylerin de psikolojisi allak bullak olmaktadır. Bildiğiniz gibi ülkemizde siyasi içerikli üç çeşit terör olayları var olmaktadır. 1. PKK terörü, 2. DH terörü 3. DHKPC aşırı sol terörü. PKK terörü, kahraman güvenlik kuvvetlerimizin Asala gibi ermeni terör örgütlerini bertaraf etmesinden sonra dış güçler tarafından ülkemizin bütünlüğüne yönelik, hazırlanıp ortaya çıkarılan karanlık bir örgüttür. Bu terör örgütünün hız kazanmasına 1980 askeri darbesinin uygulamalarının ivme kazandırdığını da belirtmeyi ahlaki bir vazife kabul ediyorum. DH örgütü ise Irak ülkesine ABD’nin müdahalesinin getirdiği ve tüm Ortadoğu ve Türkiye’yi yakinen ilgilendiren facia örgütüdür. Saddam Hüseyin’i devirmek bahanesiyle Ortadoğu’da taşlar yerinden oynatıldı, bunların sonucunda Irak fiili anlamda bölündü ve bu bölünmenin getirdiği boşlukla Irak-Suriye coğrafyasında DH zalimi türedi. Bütün bunlar bizim sınır bölgemize dayandı. 15 yıllık AKP iktidarı döneminde olması, aslında ülkemiz için çok büyük bir şans oldu. Zira bu 15 yıl boyunca ülkemiz ekonomi, asgari ve siyasi açılardan tahminlerin ötesinde güçlendi. Eğer bu terör olayları 2002 öncesi hükumetler döneminde olsaydı vay bu ülkenin haline. Bu olay da aslında ülkemiz için çok büyük bir avantaj olmuştur. Ben bu yazımda ayrıntılara girmeden bu teröre karşı Türkiye’miz ne yapmalıdır diye düşünmeye çalışıyorum.
CEZA CAYDIRICI OLMALI
Sokaklarda teröristler gece yarısı vatandaşların arabalarını yakmakta, asayiş görevlilerimize arkadan kalleşçe kurşun sıkmakta, Türkiye, bunların karşısında yeni tedbirlerini hukuk zeminlerinde yeniden yapılanma şeklinde ortaya koymak zorundadır. Dünyanın her ülkesinde ceza kanunlarının temel hedefi, suç işlenmeden önce cezanın varlığı ile caydırıcı vasfının olmasıdır. Hukukun üstün ve egemen olduğu tüm ülkelerde keyfiyet bu şekildedir. Cezanın bu caydırıcı özelliği ister terör olayları olsun, isterse adi bireysel suçlarda olsun değişmez. Eğer sizin ülkenizde bu ceza hükümleri caydırıcı olma özelliğini yitirmişse o ülkenin parlamentosu üniversiteleri, aydınları ve sivil toplum kuruluşları bu olaya kafa yormak zorundadır. ABD ülkesinde son 50 yıl içerisinde adi cinayetler olayı buna örnek olarak gösterilebilir. Bu 50 yıllık zaman diliminde Amerika’da idam cezaları kaldırılmıştır. Belirli bir zaman idam cezasız olarak geldi geçti, bu adi cinayetler sayısal açıdan yüksek rakamlara ulaştığında ülkede ceza hükümleri yeniden yapılandırıldı ve idam cezası geriye geldi. 30-40 yıldan beri de bu idam cezaları hala geçerliliğini muhafaza etmektedir. İdam cezasının varlığı ABD gibi demokratik ve hukuk egemenliğinde hayatiyetini devam ettirmektedir. Bizim ülkemizde ise AB üyeliğinden dolayı idam cezaları kaldırılmıştır. 2002 yılından beri ülkemizde bireysel ve terör cinayetlerinde idam cezası yoktur. 15-20 yıldan beri ülkemizdeki adi ve siyasi içerikli cinayetlerin sayısı tahminimizden çok daha yüksek rakamlardadır. Yeri gelmişken şunu söyleyeyim bu konudaki rakamların da kamuoyuna aktarılmasından yanayım. İdam cezaları varken 20 yılda toplam cinayet sayısı ne kadardı, idam cezaları yokken 15 yılda ne kadar yükseldi? Buna hırsızlık, gasp, ırza tecavüz gibi ilave suç unsurlarını da dahil edersek, gerçek daha iyi orta çıkar. Sokak ortasında bir polis veya askeri görevliyi arkadan gelerek kafasına kurşun sıkan bir eşkıyaya veya teröriste verilecek ceza, toplum vicdanının arzuladığı ceza olmalıdır. Türkiye, hızla yükselen terör ve adi suç olaylarına artık kafa yormaya mecburdur. Bunları bugün düşünmeyeceğiz de ne zaman düşüneceğiz, çok merak ediyorum. Geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliği’nin Lizbon Zirvesi'nde artan terör olayları ve adi cinayetler karşısında idam cezasının geri getirilmesine dair hususlar müzakere edilmiştir. Lizbon Protokolü'nde idam cezalarını geri getirirsek nasıl olur düşüncesini tartışmaya açmışlardır. Avrupa Birliği bu konuyu ciddi olarak düşünmektedir. Demek ki idam cezasının geri getirilmesi, tartışılmaz bir tabu değildir. Üstelik AB de ulaşılmaz büyük bir ideal de değildir.
AVRUPA BİRLİĞİ TARTIŞIYOR
Bizim kendi tarihimizde çok daha ileri seviyede insani değerleri barındıran ekonomik seviyeyi yüksek tutan medeniyetler kurulmuştur. Tarih bunun misalleriyle doludur. Avrupa’dan bir ülke olan Norveç, yıllardan beri AB’ye girmeyi reddetmektedir. Avrupa’nın en büyük ülkesi olan Büyük Britanya İmparatorluğu (İngiltere) Haziran ayında Avrupa Birliği’nden çıkalım mı, çıkmayalım mı diye referandum yapacaktır. Bu açılardan değerlendirdiğimizde ülkemiz hızla yol ayrımına doğru ilerlemektedir. Ülkemizce AB’ye uyum yasaları çerçevesinde ilerleyecek ya da benim ülkemde özel durumlar ortaya çıktığından dolayı yeni bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu olağanüstü dönemde yeni tedbirler almak zorundayız, diyerek, yeni bir anlayışla meseleye bakacaktır. Şimdi size soruyorum. Avrupa Birliği’nde 20 ülkede her gün yüzlerce insan katledilse; o Avrupa Birliği’ne üye ülkelerinin ceza kanunlarını yeniden revize etmeye doğru gittiklerini yukarıdaki bilgilerde aktardım. Bu 20 ülkeden sadece İngiltere’yi size örnek vermek isterim. İngiltere Dünya’nın çeşitli kıtalarında 5-6 asırdan beri sömürgeci zihniyetini egemen kılmıştır. İngiltere’nin Ortadoğu ülkelerinde son 150 yılda uyguladığı böl, parçala ve yut politikaları ve arkasından ABD’nin son 50 yıldaki Ortadoğu uygulamalarını birleştirdiğinizde Ortadoğu’nun son 50 yılındaki insan kaybının korkunç rakamları ortaya çıkar, bu rakamlarla gerçek daha iyi anlaşılır. Ortadoğu’da İngiliz ve Amerika’nın sömürgeci uygulamaları sonucunda ölen insan sayısı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun 300 yıllık Ortadoğu egemenliğinde ölen insan sayısını karşılaştırdığınız zaman, gerçek adaletli ülkenin hangisi olduğu matematik olarak net ortaya çıkar.
Toplumda insanların aralarında şahsi olaylardan adi cinayetlerde bile idam cezalarının kaldırılmasının, toplum vicdanında derin yaralar açtığını yukarıda özetledik. Terör ise gerek kırsalda gerekse şehirde iki yönlü olarak bütün bir toplumu ve devletimizin birlik ve bütünlüğünü çok büyük tehdit etmektedir. Her gün hayatının baharında her biri bir ailenin ciğerparesi olan asker ve polislerimizi şehit vermekteyiz. Onun için idam cezasının geri getirilmesinin öncelikle gündeme alınması, bu konuda resmi makamların, sivil toplum örgütlerinin düşünmeye ve harekete geçmeleri gerekmektedir. Buradan bir çağrıda bulunmayı kendime bir milli vazife edindim.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.