Takip Et
  • 11 Mayıs 2016, Çarşamba

Cumhurbaşkanına yazdığım rapor

Sevgili Denge okurları;

Bildiğiniz gibi geçen hafta siyasette ve AK Parti içerisinde büyük yankı uyandıran olaylar meydana geldi ve sonucunda AK Parti yeni gelen başkanını ve başbakanı seçmek için düğmeye bastı.

Aniden gelişen bu olay, ülkenin gündeminde birinci sıraya oturdu. Sonucu itibariyle AK Parti MKYK’da ortaya çıkan bir tüzük değişikliği ülkemizi bu noktalara getirdi. Bununla ilgili ilerleyen zamanlarda siyasi tarih hükmünü ortaya koyar. Ben de ilerleyen zamanlarda hele bir AK Parti kongresini yapsın, bir şeyleri kaleme almaya çalışacağım, ama fakir kardeşiniz bundan 21 ay önce AK Parti’ye genel başkan ve başbakan tayin ve tespit edileceği zamanlarda Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bu konuyla ilgili olarak “AK Parti genel başkanı ve başbakan hangi kriterlerle göre tespit edilmelidir” başlıklı bir rapor yollamıştım.

Aradan 21 ay geçti ve bu esnada üniversite hocası Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında ve siyasetçiliğinde bu zaman dilimini tamamladık. Olaylar sonrasında raporumu yeniden okuma ihtiyacını hissettim. Olayların ışığında raporumun ayrı bir değer kazandığını gördüm ve inandım. Bundan dolayı raporumu Denge Gazetesi okurlarının takdirlerine bırakmayı düşündüm.

Zira siyaset dediğimiz olgu, dünyada yeni keşfedilen bir hadise değildir. Hz. Adem’den beri günlük yaşantımızda ve toplumsal hayatımızda karşılaştığımız benzeri olaylardır ve aynı zamanda asırların getirdiği tecrübi bir eylem tarzıdır.

Raporumu saygılarımla takdirlerinize bırakır, övgülerinizi mesajınızla bekler, yanlış ve hatalı yönlerimi ise 0.533 438 17 16 numaramdan telefonla bildirmenizi arzu ederim.

RAPOR

Muhterem Genel Başkanım,

Öncelikle selam ve hürmetlerimi arz ederek söze başlıyorum. İnşallah sağlık ve afiyet içerisindesinizdir.

Bu fakir size önümüzdeki dönemde olası Çankaya durumlarına göre AK Parti’nin yeni yapılanması ile ilgili olarak bir siyasî rapor yollamak istedi. AK Parti Genel Başkanlığı tayin ve nasp durumları nasıl olmalıdır konulu siyasî analizimi size arz etmek ihtiyacını hissettim.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu analiz hiçbir şahsî hedeflemeye göre hazırlanmamıştır, hiçbir bireysel gayeye matuf olmadığını tüm içtenliğimle belirtmek isterim. Çünkü bu siyasî olay AK Parti’nin kuruluşundan bugüne kadar ve bugünden sonraki dönemi de kapsamak üzere hayatî bir konudur. Bundan daha önemli bir parti içi bir başka olay ve konum düşünemiyorum. AK Parti ve dolayısıyla Genel Başkanın böyle hayatî ve önemli bir konuda en isabetli kararı alması gerekir, buna mecbur ve hatta mahkûmdur diyebiliriz. Bu konuda hata yapma lüksü hiç yoktur. Bu olay partimizin T.C’nin siyasî tarihine damgasını vurabilmesi için çok önemlidir. Çünkü bu karar sonrası dönemde de AK Parti ülkede siyasî hakimiyetine devam ederse bir nesil AK Parti döneminde dünyaya gelmiş, bütün resmi eğitimlerini bu dönemde tamamlamış olacaktır. Bu açıdan alınacak karar son derece hayatidir. Çünkü AK Parti fonksiyonları ve uygulamaları ile artık bir siyasî hareketin çok ötesinde anlam kazanmaya başlamıştır. “Ötelerden habersiz nizama lanet olsun” diyen Büyük Üstadın özlediği kıvam artık oluşmaya başlamıştır. Yepyeni bir neslin ortaya çıkmaya yüz tuttuğu böyle bir dönemde bu sürecin hatasız geçirilmesi gerekir ki Türkiye’de “Hak” teessüs etsin, bir buçuk milyarlık İslâm Alemi gerçek anlamı ile özgürlük ve bağımsızlığına kavuşsun.

AK Parti’yi (stratejik açıdan) bekleyen en önemli kararın bu olduğunu en iyi bilenler de dünyadaki şer güçler olup bunların başında da Dünya Siyonizmi gelmektedir. Türkiye’nin keyfiyeti ve dünyadaki huzur da bu kararla çok yakından ilgili ve birinci derecede bağlantılıdır. Bu derece hayatî önemi olan olay karşısında duyarlı bir vatandaş ve mesuliyetini müdrik bir dava adamı, aynı zamanda bir siyasetçi olarak ve bir de 30 yıllık bir dostluğun getirdiği cesaretle bu düşüncelerimi arz etmekten geri duramadım. Sizler beni iyi tanırsınız, prensip olarak anlamadığım mevzuda görüş beyan etmem. Anladığım konuda da bildiğimi söylemeyi vazife addederim.

Sayın Genel Başkanım,

Benim yaşım elli yedi. Bugüne kadarki sosyal hayatımda beni tam tamına dört kişi etkilemiştir. Birincisi Necip Fazıl, ikincisi Prof. Mehmet Aydın, üçüncüsü Bülent Arınç, dördüncüsü de Zatıâliniz. Necip Fazıl’ın etkisi 18 yaşımda başladı, ideolojik-siyasî hayatıma yön verdi. Prof. Mehmet Aydın İlahiyat Fakültesi’nde özel hocam olmuş, (nasıl bir İslâm) anlayışına sahip olunmasını öğretmiş değerli bir bilim insanıdır. Bülent Arınç ise 1978’den beri ilişkim olsa ilişkim olmuş bir “ağabey”dir. Aynı zamanda siyaset politika ve hitabet üretme sanatı ise bunun demokrasi tarihimizdeki büyük ustalarından biridir. Ve nihayet Zatıâliniz Recep Tayyip Erdoğan 1987’den beri hukukum olan ve iyi bir arkadaşlığım oldu. Siz aynı zamanda siyasetin halkla ve teşkilatla nasıl bir uyum içinde yapılabileceğinin demokrasi tarihimizdeki en önemli örneği olarak gördüğüm bir siyasî kişiliksiniz. Sizdeki o cevheri ilk görenlerden olduğumu söylersem hiç de yalan söylememiş olurum. On yıl Rahmetli Erbakan Hoca’mın dizinin dibinde il başkanlığı yapmış olmama rağmen, siyasette hiçbir zaman idolüm olmamıştır. Sizdeki cevheri iyi gördüğüm için 1992 yılında Kuşadası’nda birlikte kaldığımız otelde söylediklerimi bundan dolayı söylemiştim. 1994 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunuzda ziyarete geldiğim vakit o hitabeyi, gördüğüm cevherin derinliğini çok iyi anladığımdan yapmıştım. Bu açıdan kendimi çok mutlu, manen çok rahat hissediyorum. Çünkü Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın cennete girebilme ümit ve ihtimalleri artmıştır. Bu ne kadar güzel bir manzara değil mi? Bu açılardan bu analizi size takdim ederken hiçbir şahsî beklentim yoktur. Gayem davamın ve ülkemin selametidir. Önümüzdeki mahalli seçimlerde de hiçbir yerden adaylık talebim de yoktur. Allah’tan (C.C.) tek dileğim kalan ahir ömrümde bu aziz davanın bir gönül eri olarak hayatımı geçirmektir. Aklım başımda olduğu müddetçe bu mukaddes davaya hizmet etmek benim için bir şereftir.

Genel Başkanım,

Şimdi siyasî analizime geçmek istiyorum.

 

-ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE AK PARTİ GENEL BAŞKANI VE BAŞBAKAN HANGİ KRİTERLERLE TESPİT EDİLMELİDİR?

Bana göre böyle bir tespit aşamasında ilk yapılması gereken, ülkenin yaşamış olduğu 66 yıllık demokrasi tarihinin çok iyi tahlil edilmesi ve bu tahlilden çok iyi dersler çıkarılmasıdır. 1946’da DP kurulduğunda bu hareketin lideri Celal Bayar idi. 2 numarası ise Prof. Fuat Köprülü’ydü. Adnan Menderes’in bu sıralamadaki konumu 4 numara idi. DP iktidara geldikten hemen sonra bu problem (Genel Başkanın Çankaya’ya çıkması) başına gelmiş, üstelik belli süreci de yaşayıp belli tecrübelere ulaşamadan. Bu nedenlerle Celal Bayar’ın hata yapma riski daha yüksek olmasına rağmen bu problemden başarı ile çıkmıştır. Celal Bayar Meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bütün siyasi zeminler ve parti grubu başbakanlığa siyasî hareketin iki nolu ismi olan Fuat Köprülü’nün atanmasını beklerken Celal Bayar, tüm beklentilerin aksine Başbakan olarak Adnan Menderes’i tayin ve nasp eylemiştir. Bu olay karşısında bütün Türkiye donup kalmıştır. İşte Celal Bayar bu icraatı ile bir siyasi liderde bulunması gereken vasıf ve karizmayı çok iyi sergilemiştir. Celal Bayar ile farklı dünya görüşlerine sahip olmamıza rağmen bu gerçeği ifade etmek zorundayız. Celal Bayar ile Recep Tayyip Erdoğan’ın benzer yönleri çok fazladır. Şöyle ki Celal Bayar’ın iki özelliğinden biri teşkilatçı olması, diğeri siyasetin en alt kademesinden en üst seviyesine yaşayarak başarılı bir ilerleyiş göstermesidir. Üniversite dünyasından gelen Fuat Köprülü’yü Başbakan olarak tayin etmeyip halkın içinden gelen Adnan Menderes’i tespit etmesi, çok önemli bir siyasi olaydır. Ne kadar isabetli bir iş yaptığını 10 yıllık DP iktidarı ortaya koymuştur. 66 yıllık demokrasi tarihimizin ortaya çıkardığı gerçek şudur: Üniversite dünyasından gelen hiçbir kişi siyasi kitle hareketlerine lider olamamıştır. (Bu başarı sadece ideolojik parti kurmada Necmettin Erbakan’a nasip olmuştur. Aslında bu başarının oranı da tartışılabilir)

1950’den bu güne kadar gelen başbakanları üç gruba ayırabiliriz: Birinci grup; Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan. İkinci grup; Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz. Üçüncü grup; Yıldırım Akbulut, Bülent Ulusu, Nihat Erim, İsmet İnönü ve benzerleridir.

Siyasî hayatımıza yön veren başbakanlar da şunlardır: A. Menderes, S. Demirel, T. Özal, N. Erbakan, B. Ecevit, Recep Tayyip Erdoğan.

Şimdi önünüzdeki en önemli konuda geçmişteki üç siyasî lider, C. Bayar, T. Özal ve S. Demirel de karşı karşıya kalmışlardır. Bunların arasından bu mevzuda başarı ile çıkan sadece C. Bayar’dır. Az önce bunun tafsilatını söylemiştim. Demirel ve Özal bu kritik konuda isabetli bir karar verememiş ve siyasi misyonlarını kendi elleriyle sonlandırmışlardır. Şöyle ki: T. Özal bu görevi kendisine itaat edecek bir kişiye tevdi etmiş, ölçü olarak yalnızca kendine itaati seçmiş, dolayısıyla hayatının en önemli siyasi hatasını yapmıştır. Siyasi yetenek, kabiliyet ve birikim açısından grubun en zayıf üyesini başbakan olarak tespit ve tayin etmiştir. Kendi grubu da meseleyi daha vahim bir hale dönüştürmüş ve bir yıl sonra Mesut Yılmaz’ı başbakan seçmiştir. Bu olaya objektif yaklaşımla şunu söyleyebiliriz: H. Celal Güzel gibi yetenek ve birikimi yüksek olan birisi varken siz Y. Akbulut’u seçerseniz, bu seçim büyük bir siyasi hata olur ve sessiz yığınlar size bunun bedelini ödettirirler. Çünkü söylem, hitabet, yetenek ve devlet adamlığı gibi kriterlerde H. Celal Güzel ne Y. Akbulut, ne de M. Yılmaz ile asla mukayese edilemez. T. Özal ehliyet ve liyakati bir yana bırakarak bu tercihi yaptı ve zaman bu tercihin ne kadar hatalı olduğunu ortaya koydu. Arkasından S. Demirel çok ani bir şekilde Çankaya’ya çıkınca genel başkanlık işini zahiren serbest bırakır gibi göründü ve sonuçta T. Çiller Başbakan oldu. S. Demirel kimi istese başbakan yapardı. Ama egemen güçler öyle baskı yaptılar ki DYP’nin duayenleri ve demirbaşları bir kenara bırakıldı, üç aylık siyasetçi T. Çiller başbakan oldu. Ülke siyaseti açısından gerekli kriterlere hiç de uymayan bir kişi başbakan oldu. S. Demirel bu tercihi yaparken yanlış olduğunu çok iyi biliyordu. Köksal Toptan’ın karşısında T. Çiller’in tercihi klasik bir Demirel sendromudur. Bu siyasi tercihin de ne denli yanlış olduğunu zaman çok net göstermiştir. Fakat ANAP ve DYP’de genel başkanların tespit ve tayin edilmesine ayrı bir manevi yorum da getirmek istiyorum. Bu iki partinin genel başkan seçiminde hata yapmaları AK Parti’nin ana rahmine yerleşmesine yol açmış olaylardır. AK Parti siyasi hareketinin teşekkülünde bu iki hata altyapı vazifesi görmüştür. Daha sonraki ANA-SOL hükümetlerinin icraatı ise teşekkülün üst yapısını oluşturmuştur.

Malumunuz siyasetin iki ayrı sahası vardır. Birincisi dış politika, ikincisi de iç politikadır.

62 yıllık fiili demokrasi tarihimize baktığımızda şunu görmekteyiz. Beş büyük başbakanın hepsinde iç politika birikim, yetenek ve söylemleri, dış politik özelliklerine göre daha öne çıkmış durumdadır. Bu zaten olması gereken bir durumdur. Çünkü Türkiye gibi kendi yağı ile kavrulmakta olan ülkelerin, sosyolojik ve tarihi realitesi iç politika ağırlığını bir adım öne çıkarmalarıdır. ABD gibi dünya siyasetine yön verip hakim olmak isteyen bir ülkede ise devlet başkanının dış politika beceri ve keyfiyeti daha önde olmak zorundadır. Çünkü ABD Başkanı mesaisinin büyük bölümünü ve söylemini dış politikaya ayırmak zorundadır. Cihan devleti olmanın keyfiyeti bunu gerektir. Maziye bakarsak Osmanlı da böyleydi; bu nedenle sultanlar da aynı şeyi yapmışlardı. Ülkenin iç sorunları ile Sadrazamlar ilgilenmiş, büyük dünya ve bölge meseleleri sultanın meşguliyet alanı olmuştur. Dolayısıyla yeni genel başkan ve başbakan tayininde bana göre iç politika yetenek ve söylemi çok iyi olan birisinin tespit ve tayini çok yerinde olacaktır. İşte size 60 yıllık demokrasi tarihimizin liderlerini, aldıkları kararları ve bu kararların ne oranda isabetli olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Genel başkanımız önümüzdeki dönemle ilgili olarak tarihi kararını verirken siyasi tecrübe açısından çok şanslıdır. 60 yıllık bu tecrübe genel başkanımızın en isabetli kararı vermesinde yol gösterecektir.

Yukarıda saydığım gerçekler ışığında şunları rahatlıkla söyleyebilirim:

1-Genel Başkan seçilirken liderde olması gereken siyasi ehliyet ve birikim en önemli etken olmalıdır.

2-İç politika birikimi dış politika birikiminden çok daha fazla olmalıdır.

3-Siz böyle bir kararı alırken, parti tüzüğünde yer alan ancak üç dönem milletvekili seçilme kuralı yalnızca genel başkanları kapsayacak biçimde tadil edilmeli ve Türkiye’nin, ülkeyi yönetme noktasında üst düzey siyasî birikimi ve ehliyeti olan devlet adamlarından mahrum edilmemesi sağlanmalıdır. Çünkü asırlardır yaşanan siyasi liderlik mücadelelerinde bu iç tüzük keyfiyeti okyanusta bir damla kadar siyasi değer taşımaz. Ve böyle bir tadilatla ülkemiz insanının da önümüzdeki dönem için yaşaması muhtemel ve mümkün hayal kırıklıklarının önüne geçilmiş olacaktır. 2023 yılana kadar AK Parti’nin ülke yönetiminde kesintisiz kalması hayati derecede önemlidir. Çünkü bu yönetim fonksiyonları ve uygulamaları ile tarihi ve manevi bir değer kazanmıştır. Bu sürecin devamı olmazsa umarım ki bundan önce gelip geçmiş yönetimlerden pek ayrıcalığımız kalmaz ve başlanılan değişim eksik kalır. Düşünebiliyor musunuz ki 90 yaşında Filistin’li bir kadın, seher vakti kalkıp Türkiye Başbakanına sağlık, güç, kuvvet vermesi için Allah’a yalvarıp dua ediyor. Bu özellik gelmiş geçmiş başbakanlardan yalnızca size nasip oldu. İşte kararınızı verirken sınırlarımızın dışını da düşünmek zorundayız.

 

Sayın Başbakanım;

Son söz olarak şunu eklemek istiyorum: İletmiş olduğum bu raporumu, 1994 yılında Belediye Başkanlığı makam odanızdaki ziyaretim sırasında yapmış olduğum konuşma samimiyetinin aynıyla kabul etmenizi istiyorum. Lütfeder ve vakit ayırabilirseniz kağıt üzerindeki bu sohbeti Başkent’te makamınızda yüz yüze de takdim edebilirim.

Yeri gelmişken şunu da söylemek istiyorum; makam odanızda birlikte çektireceğimiz bir resim, zaten bir olan gönül dünyamızı fiziki dünyamıza da taşıyacağından bundan son derece bahtiyar ve mutlu olacağım.

Sözlerime son verirken istemeyerek haddi aşmış isem hakkınızı helal etmenizi istiyorum. Verecek olduğunuz kararın en isabetli karar olması için Yüce Rabbimin size kolaylıklar vermesini diler saygılarımı sunarım.

Allah’a emanet olunuz. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.