Deniz seviyesinden yukarılara çıktıkça havanın sıcaklığının ve neminin değişmesinin yanı sıra soluduğumuz havadaki oksijen miktarında da önemli değişiklikler olur. Deniz seviyesinde havanın içindeki gazların aşağı yukarı beşte biri oksijendir. 5 bin metre yükseklikte de olsa oksijen oranında önemli bir değişiklik olmaz. Lakin yüksek irtifada da oksijen oranının yüzde 20 olması, akciğerlerimize her solukta giren havada aynı miktarda oksijen olduğu anlamına gelmez. Yükseklere çıktıkça atmosferin basıncı azalır, içindeki oksijen molekülleri seyrekleşir. Aynı miktarda oksijen için çok daha sık ve daha derin solumamız gerekir.Deniz seviyesindeki atmosfer basıncı yaylalara ve giderek dağlara çıktıkça azalır. Aynı hacim havadaki oksijen miktarı azalır.
Kalp hastası ne yapmalı?- Kalp hastası olan kişilerin, sağlıklı ve genç insanları bile zora sokabilecek yüksekliklere çıkmadan önce mutlaka doktorlarını görüp kontrolden geçmeleri gerekir.
- Kalp krizi veya ona yakın bir durumda olanlar, kalp yetersizliği çekenler, kalp ritminde ciddi bozukluk olanlar, hastalıkları tedavi edilip tehlike geçene kadar yüksek irtifalara çıkmaktan kaçınmalıdır.
- İlaç tedavisi tamamlandıktan veya stent takıldıktan ya da baypas ameliyatından sonra tam iyileşme beklenmelidir. Deniz seviyesi veya ona yakın yerlerde hiçbir kısıtlılık olmadan yaşanabilecek düzeye geldikten sonra, yükseklere tırmanmak için en az 1 ay daha baklenmelidir.
- Eğer tedaviye rağmen az da olsa göğüs ağrısı, nefes darlığı şikâyetleri varsa, orta yükseklikteki yerlerde bile bu şikâyetlerin deniz seviyesine göre daha kolay ortaya çıkacağı unutulmamalıdır.
- İlaçla tedavi edilen kalp hastasının efor testinde ciddi anormallikler bulunursa yükseklere tırmanmamalıdır.
- Kalp yetersizliği olanlar, özellikle deniz seviyesinde bile şikâyeti olanlar yükseklerde çok sıkıntı çekebilir.
Vücut yüksekliğe alışmalı
Yukarıda saydığım değişiklikler, yükseğe ne kadar hızla çıkılırsa o kadar şiddetli olur. Buna karşılık tırmanma yavaş olursa vücut yeni ortama uyum sağlamaya zaman bulacağından sıkıntı çekmez. Bu nedenle yüksek dağlara tırmanan tecrübeli dağcılar, belli aralıklarda kurdukları kamplarda vücutlarının değişen ortama uyum sağlamasına olanak tanırlar. Bu süre içinde kanda oksijeni taşıyan alyuvar sayısı artar, akciğerlerden kana, oradan da dokulara oksijen taşınması daha verimli hale gelir, damarlardaki büzüşme ve kalpteki hızlanma azalır.
Deniz seviyesinde içimize çektiğimiz havadaki oksijen, akciğerlerdeki hava kesecikleri yoluyla kılcal damarlara geçer. Kandaki alyuvarlarda hemoglobin adlı molekül oksijeni alıp hücrelere taşır. Yükseklere tırmanınca, atmosfer basıncı düşer, içimize çektiğimiz havada oksijen seyrekleşir. Hemoglobinlerin taşıdığı oksijen miktarı azalır, kanın oksijen doygunluğu düşer.
Dağda kalbimiz fazla mesai yapar
Yaşamını deniz seviyesinde veya ona yakın yerlerde sürdüren biri, 3 bin metre yükseklikte bir dağa çıktığında vücudu atmosferdeki değişikliklere uyum sağlamaya çalışır. Her solukta alınan havada oksijen azalmıştır. Yeterli oksijen alabilmek için daha sık solumaya başlar. Bu çaba havadaki oksijen azlığını ancak bir ölçüde telafi edebilir.
Yükseklik arttıkça hızlanan soluk alıp verme, oksijen miktarını normal düzeyde tutmak için yeterli olmaz. Üstelik, fazla mesai yapan solunum kasları daha fazla enerji harcadığından vücudun oksijen ihtiyacı artar. İşleri düzeltmek için kalp daha fazla çalışarak dokuların oksijen açlığını gidermeye çalışır.
Vücut az oksijenle yetinmek istemez
Akciğerlerdeki hava keseciklerinin incecik duvarlarından süzülüp kılcal damarlara geçen oksijen, kanda kendi başına dolaşamaz. Alyuvarların içindeki hemoglobin maddesi oksijenin elinden tutup dokulara kadar götürür, ihtiyacı olan hücrenin kapısında bırakır. Hemoglobinin birçok eli vardır. Normal koşullarda, sağlıklı bir insanın kanındaki hemoglobinlerin tüm elleri ya da tüme yakını oksijenle doludur. Oksijen doygunluğu denilen bu durum birkaç damla kanda ölçülebileceği gibi parmak ucuna takılan özel bir aletin ekranında da görülebilir. Deniz seviyesinde kandaki hemoglobinler tıka basa oksijenle dolu olduğu için, kanın oksijen doygunluk yüzdesi 98 ile 100 arasındadır. Birkaç saat içinde yükseklere çıkan insanlarda oksijen doygunluk oranı düşer. Örneğin, deniz kenarında yaşamaya alışmış biri, kısa sürede 4 bin metre yükseğe çıkarsa kandaki oksijen doygunluğu yüzde 80’e kadar düşebilir. Bu durumu düzeltmek için vücut hemen harekete geçer. Alyuvarlardaki hemoglobinler mümkün olduğu kadar fazla oksijen taşımak için gayretlerini artırır.
Akciğerlerdeki damarlar gerekli yerlerde büzüşerek solunan havadan azami yarar sağlamaya çalışır. Sol karıncığa gelen kandaki oksijen doygunluğunun düşük olduğunu gören kalp, daha fazla kan atıp bu yetersizliği telafi edeyim diye dakikadaki kalp atım sayısını artırır, hızlı çarpmaya başlar. Ama, bu önlemler kalbin kendi oksijen ihtiyacını da artırır. Eğer kalbi besleyen damarlarda darlık varsa kalp kasının artan kan ihtiyacı karşılanamaz. Zaten oksijeni azalmış olan kanın bile yeterince ulaşamadığı kalp hücreleri alarm vermeye başlar. Göğüs ağrısı ve şiddetlenen nefes darlığı hastayı zora sokar.
Yükseklerdeki tehlikeye dikkat!
Tırmanılan yükseklik arttıkça kalp atımlarında düzensizlik ortaya çıkabilir. Bir araştırmada, deniz seviyesinde yaşayan orta yaşlı insanlar, kısa sürede 1400 metreye çıkınca, erken vuru (ekstrasistol) sıklığının iki kat arttığı, 2500 metreyi geçince düzensiz vuruların 6 -7 kat fazlalaştığı görüldü.
Akciğerlerde ve kalpteki değişikliklerin yanı sıra, kana daha fazla adrenalin salınır. Bu önlem kısa dönemde yardımcı olur ama, kriz uzadıkça yarardan çok zararlı olmaya başlar.
Yüksek irtifaya çıkmanın ilk saatlerinde vücut hızla su kaybeder. Eğer zamanında ve yeteri kadar sıvı alınmazsa zaten ağır koşullarda çalışan kalp ve akciğerlerin işi daha da zorlaşır.
Hızla çok yükseklere tırmanıldığında, kalbi sapasağlam olanlarda bile, akciğer ödemi denilen çok tehlikeli bir tablo oluşabilir. Bu duruma düşen dağcının hayatı ancak dağdan aşağı indirilirse kurtulur.
Sporsuz ve sağlıksız kalmayın… Allah'a emanet olun…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.