Cumamız mübarek olsun kıymetli kardeşlerim!
Dinimizde çeşitli yardımlaşma çeşitleri vardır. Maddi yardımlaşma olduğu gibi manevi yardımlaşma da vardır. Sevdiği birini kaybeden kardeşimize başsağlığı dileyip acısını paylaşmak, evlenen, yeni araba alan, iş kuran vb. güzel şeyler yapan kardeşlerimizi tebrik edip dua etmek manevi yardımlaşmaya örnektir. Manevi yardımlaşmada acılar paylaşarak azaldığı gibi sevinçler de paylaşarak çoğalır. Diğer taraftan maddi yardımlaşma da kazançta artış sağlar.
Toplum olarak “acılar paylaşarak azalır, sevinçler paylaşarak çoğalır” nakaratını söyler ve gerçekliğinden zerre kadar şüphe etmeyiz. İş maddi yardımlaşmanın da artışa sebep olduğuna geldiğinde sanki duraksarız. Maddiyat da aslında paylaşarak çoğalır. Dinimizde bereket denen bir kavram vardır. Biz de her zaman bereket kelimesini kullanırız. Bir şeyin çok olması değil bereketli olması önemlidir. Nice çok olan şeyler vardır ki bereketsizdir. Dünyada birçok milyarder var. Zenginler, fakat malları bereketli değildir. Mallarında birçok kişinin hakkı vardır. O kadar mal varlığına rağmen ahirette sevap olacak pek iş yapmazlar. Mesela zekâtın verilmesini Allah emrediyor. Allah Teâlâ bizlere bahşettiği mal ve mülkten fakir ve yoksullara pay ayırıyor. Şimdi birisi kalkıp da “bunu ben kazandım, bunda kimsenin hakkı yok derse” o malda fakirin hakkı olduğunu bildiren Allah Teâlâ’ya karşı gelmiş olmaz mı? Kârûn da malı için ben kazandım demişti de ne olmuştu? O kadar mal varlığıyla birlikte yerin dibine gömülmüştü.
“Güzelliğine güvenme bir sivilce yeter, malına güvenme bir kıvılcım yeter.” diye bir söz vardır Mevlana’ya atfedilen. Bir de “Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.” derler. Züğürt, parasız, meteliksiz demektir. Eğer zengin zekâtını vermiş olsa, züğürdün çenesi yorulmaz. Zengine de malından dolayı haset edilmezdi. Birçok zengin, zekât vermedikleri için hem fakir ve yoksulların hakkını yemiş oluyorlar yani haram yemiş oluyorlar hem de başkalarının nazarı değiyor. Bu şekilde de zengin, malından bereket göremiyor. Üstteki ifadede zekât vermeyen kimse haram yemiş olur dedim. Evet, çünkü zekât vermek farz, farz olanı yerine getirmeyen kimse haram işlemiş olur. Namaz kılmak farz, namaz kılmayan kişi namaz kılmamakla haram işlemiş olur.
Maddi yardımlaşma zekât gibi zorunlu olduğu gibi hibe gibi içten gelerek verilen her türlü maddi şey de olabilir. Başkalarına yardım etmek için illaki zekât gibi farz bir ibadeti yerine getirmek için beklemeye gerek yoktur. Çünkü bizim sevaba ihtiyacımız vardır. Kocanın karısından karının da kocasından kaçacağı o büyük günde bize, kardeş, anne-baba, çocuk değil sevap lazımdır. Toplum olarak birbirimizi desteklemezsek birkaç kişinin iyi olması bir işe yaramaz. Aksine zor durumda olanların nazarları mutlu görünen insanları da mutsuz eder.
Hibe demek, sevabını sadece Allah Teâlâ’dan bekleyerek Allah Teâlâ’nın bizlere bahşettiği nimetleri kardeşlerimizle paylaşmak demektir. Çünkü bu dünyada kardeşimizin en küçük bir ihtiyacını giderirsek, Rabbimiz de bizim ihtiyacımızı giderir. Zira Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır; …Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir…”(Müslim, Birr, 58) Musa Aleyhisselâm gibi “Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım.” demeli. (Kasas Sûresi 24)
Sahabe-i Kirâm (Allah hepsinden razı olsun) “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.”( Âl-i İmrân Sûresi 92) âyetinin gereği olarak ömürleri boyunca “verme”yi kendilerine şiar edinmişlerdi. Öyle ki, bu âyet indiğinde, Ebû Talha, “Ey Allah’ın Rasûlü! Rabbimiz mallarımızdan dağıtmamızı istiyor. Seni şahit tutarım ki ben Beyrûhâ adlı bahçemi Allah yolunda verdim.” deyince Peygamberimiz (sav), “Bu ne kârlı bir maldır! Bu ne kârlı bir maldır!” diye onu takdir ettikten sonra bahçeyi onun akrabalarından fakir olan Hassân b. Sâbit ve Übey b. Kâ‘b’a vermesini istemişti.( Nesâî, Ehbâs, 2) Rabbimiz, iyilik olsa da kötülük olsa da en küçük olanı en ince ayrıntısına kadar bilir. Şöyle ki kötülük misliyle iyilik ise en az on katı ile mükâfatlandırılır. Her iyiliğe en az on kattan yedi yüz kata kadar sevap verilir. Bire en az on kat kazanç, bu dünya nerdeyse mümkün değildir. Fakat herkes iyilik yaparak, sağ tarafındaki iyilikleri yazan melekleri sürekli çalıştırabilir. O melekler iyilikleri yazmaktan usanmaz.
İçinde bulunduğumuz şu zor günlerde kardeşliğe, birlik ve beraberliğe ne kadar da muhtacız! Elbet bu günler geçecek. Rahat bir nefes almak, rahatça gezip dolaşmak nasip olacaktır. “Dost kara günde belli olur.” derler ya, işte bu günler o kara günler. Maddi zorluk çeken kardeşlerimize destek olma zamanı. Bir kardeşimizin bize borcu varsa şu Nebevî buyruğa kulak verelim; “Kim darda kalan borçluya zaman tanırsa yahut (alacağının tamamını veya bir kısmını) borçluya bağışlarsa, Allah onu, başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde (himayesinde) gölgelendirecektir.”(Tirmizî, Büyû’, 67). En yakınımızdan kaçacağımız günlerde, Rabbimizin himayesinde olmak ne büyük bahtiyarlık!
Kardeşimize iyilikte bulunurken incitmemek ve minnet altında bırakmamak gerekir. Madem Allah için iyilikte bulunacağız ve mükâfatını sadece Allah Teâlâ’dan bekleyeceğiz, o zaman yaptığımız iyiliğe bir teşekkür dahi beklemeden yapıp unutacağız. Yaptığımız iyiliği ve bize yapılan kötülüğü unutacağız, bize yapılan iyiliği ve bizim yaptığımız kötülüğü unutmayacağız.
Rabbim! Sağlık, sıhhat ve afiyet ihsan eylesin hepimize!
Selam ve dua ile kalın değerli dostlar!
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.