Kıymetli okuyucular! Cumamız mübarek olsun. Bundan sonra Cuma günleri inşallah bu köşede beraber olacağız. Kalemimiz elverdiğince dini konularda yazı yazmaya çalışacağım. Lazım olacak öz bilgileri sade ve anlaşılır bir dille kaleme almaya gayret edeceğim.
Bugünkü konumuz, her zaman okuyageldiğimiz, ölmüşlerimizin ardından ve mübarek gün ve gecelerde okuduğumuz Yâsîn Sûresi’nin son kısmında yer alan 77-83. ayetleri hakkında olacaktır.
Birçok kez okumuş veya ezberlemişizdir bu sûreyi. Hiç olmazsa defalarca dinlemişizdir. Bu sûrede ne anlatıldığı da belki dikkatimizi çekmemiş, aklımıza gelmemiştir. Öyle ya, babalarımızdan dedelerimizden hep hocaların makamlı okuduğunu gördük, anlattıkları konular nelerdir diye düşünememişizdir. Bugün bu sûreden kısaca bahsetmeye çalışacağım.
Bu sûre Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bu sûrede insanın ahlâkî sorumlulukları, vahiy, Rasûlüllâh (s.a.s.)’i yalanlayan Kureyş kabilesi, Antakya halkına gönderilen peygamberler, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren deliller, öldükten sonra dirilme, hesap ve ceza konu edilmektedir.
Efendimiz (s.a.s.) bu surenin fazileti hakkında şöyle buyurmaktadır; “Her şeyin bir kalbi vardır; Kur’an’ın kalbi de Yâsîn’dir” (Tirmizî, “Fezâilü’lKur’ân”, 7;). Belki bu hadis sebebiyle en çok okuduğumuz surelerden biridir Yâsîn Sûresi.
Evvel bir hikâye ile konumuza başlayalım; Bildiğimiz gibi kadınlar kendi aralarından toplanıp gün yaparlar. Bu toplantılarında bazen sohbetler ederler bazen de Kur’ân okurlar. Böyle bir günde, kadınlar Yâsîn Sûresi’ni okumaya karar vermişler. Biri demiş beş tane okuyalım daha sevaptır, diğeri demiş on, bir diğeri yirmi başkası ise kırk tane Yâsîn okuyalım demiş. İçlerinden birisi de “Kırk Yâsîn değil de bir tane Kırık Yâsîn okuyalım.” demiş. Kırık Yâsîn dedikleri bu surede ne anlatılıyor, onu öğrenmek. Kararlaştırdıkları gibi yapıp hem Yâsîn Sûresi’ni Arapça olarak okumuşlar hem de açıklamalı mealden anlamını okumuşlar. Sonunda hepsi oradan mutlu olarak ve kazançla ayrılmış.
Diyeceğim o ki, bakalım Mevlâ Teâlâ bu surede ne diyor? Öyle ya, telefonumuza sevdiğimiz kimseden mesaj gelse okumadan edemeyiz. Rabbimizin kelamı bizim için indirilmişse başkasına değil bize bir şeyler söyler. “İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Oysa bak, şimdi o, açıktan açığa bize karşı duran biri olmuştur. Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve "Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?" diyor.” Buradaki nutfeden kasıt, döllenmiş yumurtadır (zigot). Böylesinde önemsiz görünen bir maddeden Allah, yarattıklarının en güzeli olan insanı meydana getirmiştir. İnsan, değersiz bir su iken Allah’ın güç ve kudretiyle en güzel hale geliveriyor. Efendimiz (s.a.s.) ölümü ve dirilmeyi Mekkelilere haber verince en azılı müşriklerden olan Übey b. Halef, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alarak Efendimiz (s.a.s.)’in yanına geliyor. Kemikleri ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” Efendimiz (s.a.s.) de “Evet, nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!”
Günümüzde de Allah’a inanmayan çok kimse vardır. Dünyaya gelmeyi normal karşılıyor fakat öldükten sonra dirilmeyi akılları almıyor. Devam eden ayetlerde üzerinde düşünmemiz gereken delillere yer veriliyor. “De ki: "Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir." Ayette belirtildiği gibi bir şeyi ilk önce yapmak zor olanıdır. Zamanımızda elde edilen teknolojik ilerleme ve bilimsel bilgilerin ortaya çıkartılması yani icad edilmesi en zor olanıdır. Bir alet bir kere icad edildi mi ikinci, üçüncü ve daha fazlası kolay olur. Bunu biz, zamanımızda kesin olarak biliyoruz. O zaman, Allah ilk defa yaratmışsa bunu tekrarlaması kadar kolay bir şey olmaz. Bu dünyada yarattıysa pekâlâ ahirette de yaratabilir. Bir kişi bir alet icad ettiğinde, sen bunu yaptın ama nasıl çalışacağını bilmiyorsun diyemeyeceğimiz gibi Allah’a katiyen böyle bir şey denemez. Yaratmanın bütün inceliklerini, uyumunu vs. en ince ayrıntısına kadar bilir.
“Yemyeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur; işte ondan yakıp durmaktasınız.” Bu ayette, birbirine zıt iki özellikten bahsedilir; ıslaklık ve ateş. Bilindiği gibi ateşle su bir arada bir şey olmadan gelemez. Yemyeşil ağaçtan kasıt ağacın rengi değil ıslak olması, yaş olmasıdır. Bedevi Arapların yakıt olarak kullandığı merh ve afar adlı iki ağaç çeşidi vardır. Üzerlerinden su akarken birbirlerine sürtülmeleri sonucu yanmaya başlarlar. Her ağaçta ateş vardır fakat bu iki ağaç cinsinde daha fazladır.
Rabbimiz, takip eden ayette yaratıcılığının ne kadar muazzam olduğunu göklerin ve yerin yaratılışını örnek vererek gösteriyor. “Gökleri ve yeri yaratan Allah onların benzerini yaratmaya kādir değil mi? Elbette öyledir. O eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilir.” Yedi kat göğü yaratmak insanı yaratmaktan çok daha kolaydır. İnsan tuhaf bir varlıktır. Ucu bucağı görünmeyen göklerin yaratılışına hayret etmez de öldükten sonra diriltileceğine hayret eder. Bu ayetten anlıyoruz ki insan, öldükten sonra bedeni ve ruhuyla birlikte hesaba çekilecektir.
“Bir şeyi istediğinde, O’nun buyruğu "ol!" demekten ibarettir; hemen oluverir.” Arapça’da en kolay söylenen söz “kün” yani “ol” sözüdür. Bunu Türkçe olarak da söylersek “ol” diye çok kolay söyleriz. Küçük çocuklar hatta kekemeler dahi kolaylıkla söyler. İşte Allah’ın bir şeyi yaratması bizim “ol” dememiz kadar kolaydır. Belki daha da kolay.
“Her şeyin egemenliği kendi elinde olan Allah bütün eksikliklerden uzaktır ve hepiniz sonunda O’na döndürüleceksiniz.” Bu, Yâsîn Sûresi’nin 83. ayetidir ve sonuncusudur. Allah, her şeyin sahibi ve maliki olduğu için onlar üzerinde de dilediği gibi ve hikmetine uygun şekilde tasarruf edebilir. Selam ve dua ile kalın!
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.