Hayırlı cumalar kıymetli kardeşlerim!
Etrafımızda gördüğümüz her şeyin bir yaratılış amacı vardır. Hiç biri işe yaramaz değildir. İçinde bulunduğumuz bu dünyamız da canlıların üzerinde yaşaması için yaratılmıştır. İsmini bildiğimiz veya bilmediğimiz bütün varlıkların, bildiğimiz veya bilmediğimiz görevleri vardır. Kendi hayatımızda yaptığımız bütün araç-gereçlerin de bir görevi vardır. Hiç kimse işe yaramayan boş şeyler yapmaz, icat etmez. Küçük bir toplu iğnenin bile hayatımızda bir kullanım alanı vardır. Akıl sahibi olmayan canlı ve cansız varlıkların bir görevi varken, akıl sahibi cin ve insanların da görevlerinin olmaması düşünülemez.
Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes hazretleri cinleri ve insanları sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Bu hakikati ise şöyle bildirmiştir; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât Sûresi 56) Rabbimize ibadet etmemiz temel yaratılış amacımızdır. İbadet ise ancak onu emredenin istediği şekilde olursa anlamı olur. Rabbimizin bizden istediği kulluğun yapılışı ise bizlere gönderdiği Kitaplar ve o kitapları anlatan ve yaşayan peygamberler vesilesiyle olmuştur. Bu ümmete ise kitap olarak Kur’ân-ı Kerîm, peygamber olarak ise Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s.) gönderilmiştir. Kur’ân, bize neyi yapacağımızı söyler, Rasûlüllâh (s.a.s.) ise nasıl yapacağımızı hem söyler hem bizzat uygulayarak gösterir. Sahabe (r.anhüm ecmeîn) ise Efendimiz (s.a.s.)’in hayatını, en ince ayrıntısına kadar sonraki tabiin nesline rivayet etmiştir. Silsile yoluyla anlatıla gelen Efendimiz (s.a.s.)’in hayatını en ince ayrıntısına kadar biliyoruz. Mademki Rabbimiz ’in razı olduğu hayat biçimi Rasûlüllâh (s.a.s.)’in hayatıdır, bize de düşen onun gibi yaşamaktır. Onu, her işimizde kendimize örnek almaktır.
Efendimiz (s.a.s.)’e ilk vahiy “Oku!” diye gelmiştir. Kendisine ilk inen ayet “Oku!” olan bir peygamberin ümmetiyiz. Efendimiz (s.a.s.) vahyedilen Alak Sûresi’nin ilk beş ayetini okumuştur. O ayetlerde de ise şöyle buyrulmaktadır; “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak"dan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” Nebi (s.a.s.) sahabesine okuyup öğrenmelerini emretmiştir. Çünkü bilgi olmadan hiçbir şey yapılmaz. İbadetler, bilgi olmadan yapılamaz. Allah’a güzel bir kul olmak ancak sağlam bir imandan sonra ilme dayalı ibadetle mümkündür. İnsanın yapısı sonradan öğrenmeye uygun bir şekilde yaratılmıştır. Bunun için de öğrenmenin yaşı yoktur. Ölüm gelene kadar insan, öğrenmeye elverişli bir yapıdadır. Aynı şekilde ölüm gelen kadar da ibadetle sorumluyuz.
Rabbimiz, kendisini “ilim” ile sıfatlandırmıştır. Kitabımızda ilimle ilgili yedi yüz elli kadar ayet vardır. Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s.)’e ise başka şeyin artırılması için dua etmesini emretmemiş, sadece ilmin artırılması için dua etmesini emretmiştir.” "Rabbim! İlmimi arttır" de.” (Tâhâ Sûresi 114) Her bilgi değil fayda veren bilgi önemlidir. Bunun için de Efendimiz (s.a.s.) şöyle dua buyurmuşlardır; ““Allah"ım! Huşû duymayan kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım. Bu dört şeyden sana sığınırım. ”(Tirmizî, Deavât, 68)
Medine’ye hicretten sonra yapılan mescidin ismi Mescid-i Nebi’dir. Bu mescid hem ibadet etmek içindi hem de sahabenin dinini öğrendiği eğitim yuvasıydı. Sahabe, bu mescidde dini uygulamalı olarak öğrenmiştir. Sonradan fethedilen yerlere giden sahabe, bu mescidde öğrendiklerini fethedilen yerlere götürmüşlerdir. Bu mescidde Ashab- Suffa denen sahabeler kalıyordu. Fakir ve bekârdılar. Ticaretle ve ziraatle uğraşmazlardı. Ashab- Suffa’nın sayısı bazen dört yüzlere varıyordu. Efendimiz (s.a.s.) Mescid- Nebi’ hem erkek sahabeye dini öğretiyordu hem de hanım sahabelere dini öğretiyordu. Hanımlara özel bir sohbet günü vardı.
Medine’nin imar planı Mescid-i Nebi’nin konumuna göre yapılmıştı. Şehrin merkezinde “temeli ilk günden takva üzere kurulan” bu mescid vardı. Sonradan gelen müslümanlar, Medine’nin planını bütün İslam şehirlerine uyguladılar. Osmanlı Devleti’ zamanında da kurulan şehirler hep cami merkezli olmuştur. Şimdi bulunduğumuz şehre bir bakalım, caminin etrafında kurulmuştur. Şehrin merkezine kurulan bu camiler, sadece ibadet yerleri değildi. Aynı zamanda ilim yuvalarıydı. Tıpkı Mescid-i Nebi’de olduğu gibi. Camilerin çevrelerinde talebelerin ders görmesi için odalar bulunsa da genel dersler camilerde yapılırdı. Camilerde sadece dini ilimler değil dini ilimlerin yanında tıp, astronomi, matematik gibi pozitif ilimler de okutulurdu. Aslında ilmin dinlisi dinsizi olmaz. Allah’ın varlığına götüren bütün ilimler dinidir. Fayda veren ilimler de dine karşı değildir.
Zamanımızda muhtaç olduğumuz birlik ve beraberce İslam’ın yaşanması, fiziken cami merkezli olan şehrimizin, manen ve ruhen de cami merkezli olmasıdır. Kalbimizin ve kalıbımızın maddi yönü tamamdır fakat manevi yönden eksikse, gerçek huzura eremez.
Diyanet İşleri Başkanlığı’mız 1-7 Ekim “Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nı”, “Cami ve İlim” temasıyla işleme kararı almıştır. Bu vesileyle bütün din görevlisi arkadaşlarımın haftasını tebrik ediyorum. Rabbim İslam’ı hem doğru anlamayı hem doğru yaşamayı ve hem de doğru anlatmayı nasip etsin!
Bu haftaki yazımızı Nebi (s.a.s.)’in kulağımıza küpe olacak bir hadis-i şerifiyle bitirelim; “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i câriye (faydası kesintisiz sürüp giden sadaka), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlât. ”(Müslim, Vasiyyet, 14)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.