Cumamız mübarek olsun değerli dostlar!
Evlatlarımız göz aydınlığımızdır. Bize Rabbimiz tarafından emanet olarak verilmiş dünya nimetleridir. Bir şahıs bize bir şeyi emanet verdiğinde, o emanete gözümüz gibi bakarız. Başına bir şey gelmesin diye endişeleniriz. Emanet veren kimse ne kadar yüksek mevki sahibi ise, emanete o kadar daha fazla önem veririz. Koruyup kollarız. Evlatlarımız da bizlere Rabbimizin emanetidir. Bizler de emin kimseler olup evlatlarımızı gözümüz gibi hatta daha fazla korumamız gerekir. Bu emaneti sadece yedirip içirip büyütmekle, emanete göstermemiz gereken şeyler yerine gelmiş olmaz. Emanet veren nasıl istemişse o şekilde hareket etmeliyiz. Bir ayet-i kerimede bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim Sûresi 6) Evlatlarımız da bizim ailemizdir. Onları ayette belirtilen şiddetli azaptan korumak, ebeveyn olarak bizim vazifemizdir. Nasıl ki dünyada onları ateşe atmak istemiyorsak, aynı şekilde ahiretteki ateşten de korumamız gerekir.
Peki, ailemizi ahiretteki azaptan nasıl koruyacağız? Elhamdüllâh, hepimiz müslüman anne-babadan dünyaya geldik ve Müslümanların içinde hayatımızı yaşıyoruz. Yani ahirette makbul olan iman nimeti içerisindeyiz. İman etmek ilk başta gelir fakat sadece iman etmek yetmez. İmandan sonra amel etmek yani ibadet etmek gerekir. Evvela biz ibadetle meşgul olacağız ki evlatlarımız da Müslümanların yaşadığı bir ülkede ibadete yabancı yetişmesin. Zira müslüman bir anne-babanın çocuğunun ibadetten uzak büyümesi kadar rezillik olamaz. Unutmamalıyız ki bu dünyadaki her nimetten hesaba çekileceğiz. Evlatlarımıza İslam’ı öğretme hususunda da hesaba çekileceğiz.
Çocuk daha dünyaya gelir gelmez sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okunur. Bu, aklı başına gelip ibadetle yükümlü olduğunda, İslam’ın temel ibadeti olan namazlı bir hayat geçirmesi içindir. Anne-babalar çocuklarına İslam’ı öğretmek mecburiyetindedir. Evde eğitim ve öğretim camide veya Kur’an kursundaki gibi olmaz. Fakat çocuk, anne-babasının evde namaz kıldığını, dua ettiğini, tespih çektiğini, Kur’an okuduğunu ve her kötülüğün anası içki içilmediğini gördüğünde aslında en güzel şekilde görerek ve örnek alarak eğitimin içinde olur. En güzel eğitim ve model alma şekli görerek öğrenmektir. Çünkü insan, dediği şekilde davranmayan kişilerin sözlerine itibar etmez. Sürekli küfür eden bir kimsenin çocuğundan küfür çıkması kadar doğal bir şey olamaz. Yalan ve gıybet içinde büyüyen çocuk, yalan ve gıybet öğrenir. Evde içki içildiğini gören çocuk da çok erken yaşta içki ile tanışır.
Çocuk anne-babanın hayatını örnek alır. Anne-baba çocuklarını iyiye de yönlendirebilir kötüye de, dinini yaşayan bir evlat olarak da yetiştirebilir her türlü kötülüğü işleyen bir şer abidesi olarak da yetiştirebilir. İnsan, doğuştan İslam’ı kabullenme üzerine dünyaya gelmiştir. Bu konuda Rasûlüllâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”(Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2) Her çocuk iyiyi doğruyu öğrenmeye ve eğitilmeye meyilli olarak dünyaya gelir. İslam’a hazırlanmış bir şekilde dünyaya gözlerini açar. Çocuğa İslam anlatıldığında kafası karışmaz. Tabi ki ailede söz ve iş birbirine uygun olursa. Çünkü çocukların zihni ikiyüzlülüğü kavrayamaz. Onların zihinleri tertemizdir. Kötülüğü, ahlaksızlığı, aldatmayı, hilebazlığı, yalanı, sahtekârlığı bilmezler. Onlara bütün kötü özellikleri ya biz öğretiyoruz yâda başkalarının öğretmesine göz yumuyoruz. İki durumda da sorumluyuz.
Bazı insanların hem kız hem erkek çocuğu olurken kimilerinin ya bir cinsten çocuğu olur yâda hiç olmaz. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.” (Şûrâ Sûresi 49-50) Kızı olup da erkek çocuğu olmayanı sakın ha küçümsemeyelim. Hiç çocuğu olmayan insanları hor görmeyelim. Ayette belirtildiği gibi veren Allah’tır. Cahiliye zamanında erkek çocuk dünyaya geldiğinde sevinen babalar, kız çocukları dünyaya geldiğinde utancından gizlenirdi. Maalesef zamanımızda da bu cahiliye âdetinin kırıntıları vardır. Erkek çocuk olsun diye diretenler az değildir. Israrla erkek çocuk olsun diye söyleyenler, kız çocukları olduğunda öfkelenmekte, kız çocuk doğuran anneyi küçümsemekte. Erkek çocuk doğuramadı diye kocasından boşatmak için uğraşan nice kayınvalide ve kayınpederler var. Böyle hareket etmek katmerli cahilliktir. Bu konuda Rasûlüllâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa, ona cennet vardır.”(Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121) Bundan güzel müjde olabilir mi? Önemli olan çocukların cinsiyeti değil, onlara İslam’ı öğretmek ve yaşamaları için bütün gayreti göstermektir. Yazımızı Efendimiz (s.a.s.)’in kulağımıza küpe, dilimize pelesenk olacak ve zihnimizi meşgul edecek olan bir sözü ile bitirelim “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”(Tirmizî, Birr, 33)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.