Değerli kardeşlerim, cumamız mübarek olsun!
Günlerimiz her zaman istediğimiz gibi olmaz. Birçok sıkıntı çekeriz. Bu sıkıntılar maddi de olabilir manevi de. Başkasından da gelebilir, bizden de kaynaklanabilir. İmkân elverdiği ölçüde başımıza gelen her türlü sıkıntıyı uzaklaştırmak isteriz. Öyle de olmalı zaten. Bile isteye hiç kimse, savabileceği sıkıntılara katlanmaya devam etmez. Öyle birini görsek “aklından zoru mu var?” diye söyleniriz. Zira akıllı insan dert ve sıkıntılarının çaresini arar.
İşte, altından kalkamadığımız dert ve sıkıntılarda yardıma ihtiyacımız olur. Yardım isteyeceğimiz kişi ise sonrasında bize minnet etsin istemeyiz. Bu sebeple bize her zaman yaptığı yardımı hatırlatan kişilerden yardım istemek pek de akıllıca değildir.
Bizlere verilen güzel özelliklerden birisi sabır nimetidir. Düşünsenize, sabır diye bir duygumuz yok. Herkes acele içinde. Beklemek diye bir şey yok. Her istediğimizin anında olmasını istediğimiz ve olmayınca da bunalımlara girdiğimiz dünya, ne kadar da çekilmez olur. Başına dert üşüşenler, sabretme diye bir şey olmadığı için bunalımlara girerdi. Belki de aklı başında birçok kimse böyle bunalımlarda çareyi hayatına son vermekte bulabilirdi. Durun bir dakika! Sabretmek diye bir meziyet var. Belki de şimdiye kadar sabretmeyi, nimet olarak görmemiştik. Ne yalan söyleyeyim, bu yazıyı yazana kadar ben de farkında değildim. Düşününce, sabrın ne kadar kıymetli bir nimet olduğunu anlıyoruz. Verdiğimiz misalleri daha da çoğaltabilirsiniz. Şimdi herkesin içinde taşıdığı ne kıymetli bir hazinenin olduğu ortaya çıkmış oldu. Girelim o hazinenin içine, bakalım ne varmış?
Rabbimizin birçok ismi vardır. Bunlardan birisi de Sabûr’dur. Çok sabırlı, günahkâr kulları cezalandırmak için acele etmeyen, o günahkâr kullara tevbe ederler diye süre tanıyan anlamına gelir. Rabbimiz ’in bu ismini Efendimiz (s.a.s.) bizlere öğretmiştir. Biliyoruz ki Rabbimiz, bizi hemen cezalandırmaz. Süre verir. Rabbimizin sabrı bizi ne kadar da rahatlatır! Bizde de sabır olsun ki, hem biz rahatlayalım hem de başkaları. Şu ayette Rabbimiz, sabreden kullarla beraber olduğunu bildiriyor; “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah'tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Sûresi 153) İki ayet sonra da şöyle bir haber ve aynı zamanda bir müjde geliyor Rabbimiz ’den “ Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır. (Bakara Sûresi 155-157)
Rabbimiz Teâla ve Tekaddes Hazretleri, Rasûlüllâh Efendimiz(s.a.s.)’e sabır konusunda şöyle emrediyor; “Azim sahibi peygamberler nasıl sabrettiyse sen de öyle sabret.” (Ahkâf Sûresi 35) Rasûlüllâh Efendimiz(s.a.s.)’e emredilen bize de emredilmiş sayılır.
Sabır demek, sıkıntılar karşısında hiçbir şey yapmadan eli kolu bağlı oturmak demek değildir. Sabır, Rabbimiz ‘in yardımına güvenerek sıkıntılara karşı koymaktır. Elimizde olmayan ve gideremediğimiz meşakkatler karşısında, Rabbimiz ‘in bizimle beraber olduğunun bilincine varıp ayakta durmaktır. Bizleri hiç yalnız bırakmayan bir Rabbimiz’in bize bizden yakın olduğunu bilip, moral bulmaktır. Bu dünyada yapılan her zulmün mutlaka sorulacağını bilip, adaletin mutlaka yerine getirileceğini bilerek sapasağlam durmaktır.
İstenmeyen şeylerde sabır olduğu gibi ibadetlere devamda da sabır gerekli. İbadetlerimiz de sabır işidir. Ömür boyu ibadetle yükümlü olduğumuz için, ibadetlerde de ömür boyu sabır vardır. İşte burada sözü Efendimiz (s.a.s.)’ e bırakalım. “…Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir.”(Müslim, Zekât, 124)
Nebi (s.a.s.)’in bir ikazıyla bu haftaki yazımızı bitirelim; Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (sav) bir kabrin başında ağlamakta olan bir kadına rastladı ve "Allah"tan kork ve sabret." dedi. Kadın, “Git başımdan, başıma gelen musibeti sen yaşamadın!” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz’i tanımıyordu. Kendisine, onun Peygamber (sav) olduğu söylendi. Bunun üzerine kadın Peygamber Efendimiz "in (sav) kapısına gitti, kapıda bekleyen herhangi bir görevli de yoktu. (Peygamber Efendimiz "in yanına girdi ve); “Seni tanıyamadım.” dedi. Peygamber Efendimiz de, "Sabır, ancak (musibetin) ilk başa geldiği anda (olmalı)dır." buyurdu.(Buhârî, Cenâiz, 31) “Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisine hâkim olandır.”(Müslim, Birr, 107)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.