Anadolu’nun hemen her yerinde tesadüf edersiniz. Mezarlıklarımız genellikle servi ağaçları ile donatılmıştır. Belki bilenlerimiz vardır neden servi ağaçları ile kaplı olduğunu; bilmeyenlerin de gittiklerinde muhakkak dikkatini çekecektir. Ben de küçükken babamla ve ailemle birlikte mezarlıkta dolaşırken o servi ağaçları beni alır bambaşka bir âleme götürürdü. Yaşadığım hissiyatla birlikte zihnimde hayaller kurdururdu. Lafı fazla uzatmadan sorunun cevabını vereyim. Neden servi ağaçları? Mezarlıklarımızdaki servi ağaçları Arap alfabesindeki Elif harfine (ا) benzer. Elif harfi Arapça “Allah” yazarken kullandığımız ilk harftir. Yine Servi ağaçları rüzgârlarla birlikte sallanırken “Hu” sesini çıkartır. Bu da “Allah” demektir. Yine servi ağacı uzun görünümüyle Arap rakamlarından 1’i (١) çağrıştırır. Bu da vahdeti yani Allah’ın birliğini akla getirmektedir. Ayrıca ağaçlar uzun olmasından dolayı rüzgârla birlikte secde eder gibi görüntü verirler. Bu da mezarlıklarda servi ağaçlarının sıklıkla bulunmasının bir başka nedenidir. Görüntüsü ve renginin koyuluğu ise ölümü çağrıştırır, işte Anadolu’nun birçok yerinde bazen bu nedenlerle bazen de alışkanlığa dayalı olarak servi ağaçlarının mezarlıkları süslediğini görürsünüz. Anadolu insanı çok uzun yıllardır hoşgörünün, sevginin ve saygının bir belirtisi olarak ölülerine bile saygıyla yaklaşmıştır. Ölüye gösterilen bu saygının izleri bize aynı zamanda ne kadar köklü bir kültüre ve geçmişe sahip olduğumuzu hatırlatır.
Mezarlıklarda en ince detaylara kadar düşünülen bu hassasiyet ne yazık ki günümüzde eski önemini kaybetmiş durumda. Kaybettiğimiz sadece mezarlıklara gösterdiğimiz hassasiyet değil; aynı zamanda birçok değerimizdir. Bunun da nedeni küçük düşünmek, anı yaşamak, geçmişte olan bitene lakayt kalmak ve ileriyi görememek gibi nedenlerledir. Kaybedilen değerlerin yerine de gelişigüzel ve maddi ölçütlerle hesaplanabilen değerler inşa etmişizdir. Tüm bunları anlatmamın nedeni ise daha dün yolculuğum sırasında tesadüf ettiğim ve ama kimsenin rahatsız olduğunu gözlemlemediğim hadiselerdir. Yolculuğum esnasında çöplükte yiyecek ve eşya gibi malzemeleri karıştıran çocuklar gördüm. Aynı gün bir üst geçitten yoldan geçen araçların üstüne küçük eşyalar ve su gibi şeyler atan üstü başı perişan çocukluktan çıkmış ergenliğe giren gençler dikkatimi çekti. Yine aynı gün elinde çocukları ile bir kaldırıma oturmuş birkaç kadın gözüme ilişti. Çocukların ve kadınların kılığı kıyafeti de son derece kötüydü. Oturuşları öylesine sakin ve durgundu ki kendileri oradaydı, ama kim bilir düşünceleri ve hisleri neredeydi. Özellikle etkilendiğim nokta herkesin o insanlar yokmuş gibi yanlarından geçmeleri ve dokunma mesafesinde olmalarına rağmen olan bitene bir bakış dahi yöneltmemeleriydi. Değişik sokaklarda gördüğüm bu görüntüler aynı günün gecesinde sık sık gözümde canlandı. Ardından aklıma bir tarihçi olarak hepimizin ortak geçmişi geldi. Elbette geçmişi övdüğüm ve bugünü küçümsediğim falan yok. Geçmişe göre birçok insanımız her açıdan daha elverişli koşullarda yaşıyor. Yine geçmişte, anlattığım örneklerden daha da kötülerini yaşayan birçok insan vardı ve hala bazı insanlar zor koşullarda yaşamaya devam ediyor. Ancak beni rahatsız eden ve içimi burkan, bu insanlara karşı kayıtsızlığımız ve sanki onlar yokmuş gibi davranışımızdı. Dediğim gibi geçmişte daha kötü birçok örnek olmasına rağmen günümüzdeki gibi yok saymamız bu ölçülerde değildi. Gördüğüm bu manzaralarla eve dönüş yolunda tesadüfen gözüme ilişen servi ağaçları, ben de bugünkü hassasiyetimizi geçmişle mukayese etmeme sebep oldu. Sonra da bu yazı ortaya çıktı.
Canımızı sıkan, keyfimiz kaçıran, içimizi burkan şeyleri yok saydığımızda sorunlar yok olmuyor. Onlar olmaya devam ediyor, ama biz onlar yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Sonra sorunlarla yüz yüze geldiğimizde basıyoruz yaygarayı, ama bu sefer aynen bizim yaptığımız gibi başkaları da bize gözlerini kapıyor, kulaklarını tıkıyor, elini uzatmıyor. Anlattığım bu olaylar hem ülkemizde hem de ülkemizin yanı başında birçok yerde yaşanıyor. Can kulağı ile etrafımızda olan bitene baktığımızda ise ürperiyoruz ve yine hem birey hem de toplum olarak görmek, duymak ve elimizi uzatmak yerine vicdanımızı oradan alıp gitmeye devam ediyoruz. Kökleri ve kültürü çok eskilere giden ve hassasiyetleri insanı bugün hayrete düşüren bir toplumun daha duyarlı olması gerekir. Duyarlı bir birey, huzurlu ve mutlu bir toplum ile güçlü bir ülke olmamızın ilk adımıdır.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.