İster kabul edelim ister etmeyelim dünya siyasetindeki günümüzdeki en etkin aktörlerden biri Amerika’dır. Üstelik söz konusu Ortadoğu olunca mevcut etki daha da görünür hale gelmektedir. Amerika, Ortadoğu’da İngilizlerden liderliği devraldığında İngiltere mevcut düzeni ikame edemez duruma gelmişti. İki dünya savaşının getirdiği yük, II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha da ağırlaştı. Ne var ki İngiltere’nin güçlü görüntüsü 1970’lerin başlarına kadar devam etti ve bu tarihlerde yaşanan değişim ve dönüşümlerde yerini Amerika’ya bırakmak durumunda kaldı. İngiltere’nin güç kaybı aşama aşama oldu. İlk olarak Suudi Arabistan 1927’de bağımsız oldu. Buna karşın İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’daki etkinliğini Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı birleştirerek devam ettirmek istedi ama buna gücü yetmedi. Üstelik Mısır ve Suriye’nin birleşmesi İngiltere’nin canını daha çok sıktı. Bir süre sonra İngiltere, Mısır’da Süveyş Krizi’nde ilk defa Amerika’nın ağırlığını belirgin bir şekilde hissetti. 1946’da Ürdün, 1961’de Kuveyt, 1967’de Yemen, 1971’de Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin kendisinden koparak bağımsız olması, 1979’daki İran İslam Devrimi ve Humeyni’nin başa gelişi İngiltere için bütün dengeleri alt üst etti. Fransa da bölgedeki otoritesini benzer biçimde II. Dünya Savaşı’ndan sonra kaybetti ve 1943’te Lübnan, 1946’da Suriye ve 1962’de gücünün belirgin şekilde aşındığını gösteren Cezayir’in bağımsızlığı birbirini takip etti. İşte bu dönemlerde bölgede yeni bir devlet olarak İsrail’in kurulması (ABD Başkanı Truman’ın belirgin etkisiyle) ve Amerika’nın bölgedeki ağırlığını hissettirmesi ile yumuşak bir güç geçişi oldu. Aynı şekilde Soğuk Savaş yılları bölge ülkelerini Amerika ya da Rusya’dan birine kaydırdı.
Soğuk Savaş yıllarının ardından Amerika’nın tek merkez olması beklenirken tersine çok başlı ve çok sesli bir dünya siyaseti ortaya çıktı. Yeni düzen kurulurken Ortadoğu’da da ciddi denge değişiklikleri meydana geldi. 11 Eylül hadisesinden sonra ABD, Ortadoğu’daki gücünü askeri yönden de ortaya koymak zorunda kaldı. Afganistan ve Irak ise durumu en acı şekilde yaşayan devletler oldu. Ancak 2008’de Amerikan seçimlerini Demokrat aday Barak Hussein Obama kazanınca, Ortadoğu’da askeri operasyonlarla zedelenen ABD imajı için bir fırsat doğdu. Obama da bu durumun farkında olduğu için ilk ziyaretlerini Türkiye ve Mısır’a yaptı. Ziyaretler aynı zamanda Müslüman dünya ile ABD arasında gerilen ilişkileri yumuşatma gayesini taşıyordu. 2012 yılında da ikinci seçimini kazanan Obama, yumuşak ilişkiler üzerine kurulu dış politikasını devam ettirdi. Ancak 18 Aralık 2010 yılında Tunuslu üniversite mezunu işsiz bir gencin kendini ateşe vermesi ile Ortadoğu’da büyük bir yangının da ilk kıvılcımı çıkmış oldu. Bu hadise Amerika’nın bölge üzerine ilişkilerinde ülkeden ülkeye değişen zikzakların yaşanmasına sebebiyet verdi.
2016 seçimleri de her ne kadar uzak bir tarih gibi gözükse de son derece önemli olduğu için bu konuya şimdiden dikkat çekmek istedik. Çünkü ABD seçimlerinde ikinci seçim dönemini tamamlayan Demokratların, Cumhuriyetçilere karşı elleri epey zayıflamış görünüyor. Halk tarafından heyecanla seçilen Obama, seçmenler üzerindeki eski etkisini kaybetmiş durumda. Bütçe tartışmaları, Genel Sağlık Yasası, yakın zamanda dikkat çeken Almanya-ABD arasındaki dineleme krizi ve artan memnuniyetsizlik gibi hadiseler Demokratlara zarar veren en dikkat çekici konular. Ancak buna rağmen Demokratlar yine de hatırı sayılır bir tesir gücüne sahip ve önümüzdeki Amerikan seçimlerinde iddialı bir seçim sürecinin ortağı. Bu seçimlerde Demokratların karşısına çıkabilecek muhtemel Cumhuriyetçi adaylar ise New Jersey Valisi Chris Christie ve Florida Senatörü Marco Antonio Rubio. Adayların dünya ve Ortadoğu üzerine genel yaklaşımları ilerleyen safhalarda ortaya çıkacaktır. Ancak Cumhuriyetçilerin genel yaklaşımları bellidir. Bu seçimlerde Cumhuriyetçilerin kazanması halinde öngörülebilecek en kolay tahminler ise ilk başta İsrail ile olan ilişkilerin biraz daha geliştirileceğidir. İran konusunda şimdilik Cenevre’den bir anlaşma çıksa da İsrail’in endişeleri doğrultusunda ABD, İran üzerinde biraz daha ağırlığını hissettirme noktasına kayabilir. Yine değişmeyecek bir husus Mısır’da ne şekilde değişiklikler olursa olsun Mısır’ın Amerika’dan uzaklaşmasına engel olunacağıdır. Ayrıca Ortadoğu’daki diğer iktidarların Rusya ve Avrupa merkezlerine kaymalarının önüne geçilmek istenecektir. Bu dönemde Türkiye’ye verilecek kıymet ise ABD’nin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Rusya ile ilişkilerinin seyrine göre şekillenecektir. Ancak görünen o ki bu bölgelerdeki sorunların karmaşıklığı, ABD’nin Türkiye’ye olan yakınlığını devam ettirmesine neden olacaktır. Fakat Türkiye’nin içinden geçtiği seçim süreçleri ve Kürt Meselesi ABD’nin 2016 sonrasındaki Türkiye’ye yaklaşımına en çok tesir edecek noktalardır. Her seçim döneminin tartışmalarla geçtiği Türkiye’de bu seçimler diğerlerinden daha fazla anlamlı. Türkiye bu seçimlerle, meselelerinin çözümü kadar Ak Parti iktidarının geleceğini de test etmiş olacak. O yüzden Türkiye’nin 2016’daki durumu, Obama’dan sonra yeniden şekillenecek Ortadoğu için önemli. Şu an için ABD, Ortadoğu’da kendisi açısından aciliyet arz eden bir durum görmüyor. Ayrıca içerideki meseleler dışarıdakilerden daha önemli duruyor. Ancak Ortadoğu’da 2010’dan bu yana devam eden çatışma süreci, bölgeye başka aktörlerin sokulmasına neden olabilir. Her ne kadar Rusya’nın bölgedeki gücünde yaşanan aşınma ve bunun yanında Çin’in Japonya ile zaman zaman gerginleşen ilişkileri, onları Ortadoğu’dan biraz olsun uzak tutsa da bu uzun sürmeyecektir. Üstelik Fransa’nın her geçen bölgeye artan ilgisi ileride ABD için Ortadoğu’ya daha fazla mesai harcamasını gerektirecektir.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.